Futbol Sahalarında Bir Mühendis: Bilge Tarhan

Altmışlı yılların İstanbulspor’u, bütün futbolseverlerin sempati duyduğu bir takımdı. İstanbul Erkek Lisesi bünyesinden çıkmasına rağmen, hiçbir zaman küçük bir Anadolu kentinin takımı kadar bile taraftarı olmayan bu kulüp, oynadığı temiz futbolla, oyuncularının birbirine bağlılığıyla gönüllerde yer edinmişti. İstanbulspor’da 1959 yılında oynamaya başlayan Bilge Tarhan, beyin kanaması geçirip zorunlu olarak futbola veda ettiği 1971 yılına kadar formasını aralıksız on iki yıl giydiği bu kulübün simge isimlerinden biri oldu. Üstelik liseyi bitiren futbolcu sayısının bile az olduğu o yıllarda, bir yandan sahaya çıkıp bir yandan da İstanbul Teknik Üniversitesinde okuyarak inşaat mühendisi oldu.

Bilge Tarhan 1941 yılında PTT memuru olan babasının görev yaptığı Adana’da dünyaya geldi. “Ben aslında 1941’de doğmuşum ama dedem askere geç gitsin diye nüfus kâğıdımı bir yıl geç almış, o yüzden resmi olarak 42’liyim. Yıllar sonra dedeme, ‘Senin sayende genç milli oldum,’ dediğim zaman ağlamıştı. Ben doğduktan bir süre sonra babam Karaman’a tayin olunca oraya yerleştik. Karaman’da büyüdüm. 1948’de Konya’ya yerleştik.”

Eskilerin deyimiyle “atlet komple” olan Bilge Tarhan’ın sporcu özellikleri daha küçük yaşlarda ortaya çıkmıştı. “İlkokuldayken yarış yapardık. Okulun çevresi 200-250 metre civarındaydı. İki kişi başlangıç noktasından farklı yönlere doğru koşardı, bitişe en önce gelen yarışı kazanırdı. O yarışlarda herkesi geçiyordum. Orada koşa koşa yarışçı oldum.” O kuşağa mensup neredeyse tüm futbolcuların babasıyla yaşadığı sıkıntıları o da yaşadı. “Top oynadığım için babamdan nasıl dayak yiyordum, aklın durur. ‘Ben ortaokula kadar okudum, sen üniversiteyi bitirip mühendis olacaksın,’ diyordu. Ben lise birdeyken kaybettik onu.  İlk kulübüm olan Zaferspor’da oynamaya başladığımda bunu annemden gizlemiştim. Transfer ayı gelince Konya İdman Yurdu ve Gençlerbirliği yöneticileri bizim eve doldular. Annem, iki gözü iki çeşme ‘Benim oğlum top oynamaz,’ diye ağlıyordu.”

O günlere ait hiç unutamadığı bir anısını şöyle anlatıyor: “Konya’da bir gün Şekerspor’la oynadık. 3-1 kazandığımız maçta iki gol atmıştım. Akşam lüks bir lokantada yemeğe götürdüler bizi. Yemeğin sonunda muz geldi. Bizim eve o güne dek muz girmemişti. Üst katta karayollarında çalışan bir mühendis vardı, Antalya’dan evine gelirken getirirdi, ona imrenirdik. Muzu alıp cebime koymuşum, hiç farkında değilim. İdarecimiz görmüş, beni yanına çağırdı. Sert bir ifadeyle, ‘Cebine ne koydun?’ diye sordu. Muzu çıkardım, ağlamaklı bir ifadeyle, ‘Kardeşlerime götüreceğim ağabey,’ dedim. ‘Niye bana söylemedin?’ dedi. Garsonu çağırdı, ‘Bir kilo muz hazırlayın, bu çocuğa verin,’ dedi.”

“Konya’da futbol oynayıp dayanıklı olduğum için 800 – 1500 metre koşmaya başladım. Lise ikideyken okul atletizm takımının genel kaptanıydım. 4 x 100 takımındaydım, ayrıca üç adım atlıyordum. 400 metre yarışına katılmaya karar verdim. Altı kulvarda altı yarışçı olduğu için dışarıdan koştum. Konya sahası o zaman da çimdi. Dışarıdan koşup hepsini elli metre geçmiştim. 57 saniye ile birinci oldum. Konya’da önceki rekor 1 dakikaymış. Fakat futbol oynadığım için koşmayı sevmiyordum; futbol adaleleri topluyor, atletizm açıyordu. Atletizmden futbola geçtiğim zaman adalelerim çok müthiş ağrıyordu.”

Küçük yaşta olmasına rağmen oynadığı futbolla göz dolduran Bilge Tarhan, Konya çapında büyük ün sahibi olur. Şehrin önde gelen takımları onu kendi bünyelerine katmak için çekişirler. “Lise ikideyken Zaferspor’da oynuyordum. Orada göze batınca beni iki takım transfer etmek istedi. Biri karşımızdaki evde oturan aile dostumuz, diş hekimi Ali İhsan Alaybeyi’nin takımı Gençlerbirliği, diğeri Konya İdman Yurdu. Bizim evin yakınında olduğu için ben İdman Yurdu kulübünde arkadaşlarla antrenman yapardım. Fakat rengi siyah-beyaz olduğu için aslında Gençlerbirliği’ni tutardım. Ali İhsan abiye, ‘İdman Yurduna söz verdim,’ deyince, ‘Onlar zengin takımı, seni oynatmazlar, en iyisi bize gel,’ dedi.  İdman Yurdunda bir hoca vardı, ‘Seni Bursa’da ferdi atletizm şampiyonasına götüreceğim, 400 metrede yarıştıracağım,’ demişti. ‘Onlar 1000 lira verecek bana, hem Bursa’da atletizm yarışmasına götürecekler,’ dedim. ‘Sen atletizm yarışmasına git ama 1000 lirayı alma, sonra Gençlerbirliği’ne geçersin,’ dedi. Sonuçta Bursa’ya gittik. Önce üç adım atlama yarışları başladı. İlk hakkımda faul yaptım. O sırada atletizm hocası benden çok ümitli olmalı ki, ‘Hadi Bilge, 400 metre yarışı başlayacak,’ diye seslendi. Beşinci kulvarda yarışacaktım. Birinci kulvarda milli bir atlet yarışıyordu. Ben tecrübesizlikten yerimde kaldım ama neyse ki fodepar oldu. Yarış başlayınca bir fırladım, altıncıyı yakaladım. Son düzlüğe en önde girmiştim ki, birinci kulvardaki atlet fırladı. Atletizm ajanı pist kenarından ‘Hadi Konyalı!’ diye bağıra bağıra beni birinci yaptı. Milli atlet 53 saniyede koştu, ben 52.8 yaptım. Yarış sonunda dermanım kalmamıştı. Üç adım yarışmasına devam etmek için hakemlerden biraz süre istedim ama ‘Sen nasılsa birincilik kazandın, boş ver,’ diyerek beni yarıştırmadılar.”

Nihayet lise biter. Lise birde ilk dönem karnesinde beş zayıf getirdiği için babasından “eşek sudan gelinceye kadar” dayak yemiştir yemesine ama sınıfta dersleri iyi dinlediği için sonradan bu eksiklerini telafi etmiş, yaptığı küçük yarışmalarla öğrencilerini iyi motive etmeyi bilen matematik öğretmeni sayesinde matematiği sevmiştir. Artık babasının vasiyetini yerine getirip mühendislik okumanın, dolayısıyla İstanbul’un yolunu tutmanın vakti gelmiştir. “Konya’dayken Beşiktaş’ı tutardım. Oranın siyah-beyaz takımı Gençlerbirliği’nde oynuyordum, hatta Beşiktaş için kavga ediyordum. Atletizme devam etmem için çok ısrar etmişlerdi. Ama ben futbol oynayıp para kazanmak istiyordum. Konya’dan İstanbul’a gittim 1959 senesinde. O zaman Şenol ve Birol Beşiktaş’a yeni gelmişti. Görüştüğüm yönetici, ‘Evladım onlar varken sen bizim takımda yer alamazsın; ayrıca bizde çok idman var, hem üniversitede okuyup hem futbol oynayamazsın,’ dedi ve küçük bir takıma gitmemi tavsiye etti.

İstanbul’a Ali İhsan abiyle beraber gelmiştim, kendisi CHP’liydi. İstanbulspor başkanı ve CHP il başkanı Ali Sohtorik’e gittik. Ali Bey sorgusuz sualsiz takımda oynamamı kabul etti ve 250 lira aylık alacağımı söyledi. 23 Temmuz 1959’da muayeneye gönderdiler ve lisansım çıkarıldı. Daha yol yordam bilmediğim için 1 Ağustos’ta Ali Sohtorik’in yanına gidip, ‘Ben maaşımı almaya geldim,’ dedim. ‘Evladım sen maaşını 1 Eylül’de alacaksın,’ dedi. ‘İyi ama efendim cebimde param yok,’ dedim. Aslında 250 lira param vardı fakat onunla Beyoğlu’nda Güven dershanesine yazılıp Teknik Üniversite imtihanına hazırlanmak istiyordum. Bunun üzerine bir görevli çağırıp, ‘Çocuğa 250 lira verin,’ dedi. Böylece dershaneye kaydımı yaptırdım. O sene İstanbulspor kongresi yapılırken idare heyeti raporunda transfere harcanan para 70.250 lira olarak açıklanmıştı. O 250 lirayı transfere yazmışlar. Yani benim ilk transfer ücretim 250 liradır. Bir sene sonra senelik ev kiram karşılığı 3.500 lira aldım. Aksaray’da ev tuttum, annemle kız kardeşlerimi İstanbul’a getirdim.”

İstanbulspor’daki ilk yılında genç takımın kaptanlığını yapar. Takım arkadaşları arasında kendisi gibi birkaç sene sonra yıldız futbolcu seviyesine yükselecek olan Nedim Doğan, Erkan Velioğlu, kaleci Yılmaz Urul gibi isimler vardır. Genç takımdaki başarılı futbolu sayesinde İstanbul genç karmasına seçilir. “İstanbul genç karmasıyla Konya’ya gittim. Üniversitede okudum için takımdan daha sonra gitmiştim. Beni tanıyan Konyalılar, ‘Yahu bunlar ne züppe adamlar, sen nasıl oynuyorsun bunlarla?’ diye soruyordu. ‘Ne yapıyorlar?’ dedim. Meğer sokakta yürürken havaya para atıp topukla vuruyorlarmış. Biz orada İstanbul karması olarak şampiyon olduk, altı kişi milli takıma çağırıldık. Nevzat’ı (Güzelırmak) hiç unutmuyorum, o da genç milli takıma çağırılmıştı. Ben o zaman yaşıma göre büyük görünüyordum, bana, ‘Ağabey beni on sekiz kişilik kadroya alırlar mı?’ diye sormuştu. ‘Kendine güven, iyi oyna, alırlar,’ diye cevap verdim. O günlerden beri iyi arkadaşız.

İstanbulspor’daki ilk yılında zaman zaman A takımda da yer alır ve yedi maçta oynayıp üç gol atmayı başarır. Kaderin bir cilvesi denebilecek şekilde ilk golünü Beşiktaş’a atar. Aynı başarıyı genç milli takımda da sürdürür. 20 Mart 1960’ta Ankara’da oynanan ve milli formayı ilk kez giydiği maçta Türkiye Bulgaristan’ı 3-0 yenerken gollerin üçünü de o atar. Yine aynı yıl amatör milli takıma seçilir ve Roma Olimpiyatlarına katılır.

1967-1968 sezonunda 2.Futbol Ligi Kırmızı Grup’ta şampiyonluğu elde eden kadromuz. Teknik direktör Ziya Taner. Soldan sağa Ayaktakiler: Yıldırım İper, Bülent Buda, Ata Özbay, Türker Gülsoy, Celal Sivrioğlu, İhsan Baydar. Oturanlar: Mustafa Bozkurt, Yüksel Arna, Kosta Kasapoğlu, Bilge Tarhan, Yılmaz Urul.

İstanbulspor onun için bir yuva gibidir. Yöneticileri ve antrenörleri onun eğitimini aksatmaması için ellerinden geleni yaparlar. Takım sayısının çokluğu nedeniyle Cumartesi-Pazar üst üste iki maç oynanan yıllarda, arkadaşları Ankara ve İzmir deplasmanlarına tren ve gemiyle gidip dönerken o Cuma günleri derse girer ve akşam uçağıyla gider. Aynı şekilde Pazartesi okula gidebilmek için Pazar günü maçtan sonra akşam uçağıyla İstanbul’a döner. Bu döneme ait hoş bir anısını şöyle anlatıyor: “1963 veya 64 senesi, Şeref Stadında idman yapıyoruz. Takım ertesi gün İzmir’e gidecek. Vapurla Bandırma’ya geçiyorlar, oradan trenle İzmir’e devam ediyorlardı. Ben Cuma akşamı uçakla gidiyorum, Pazar akşamı dönüyorum. İdmanda antrenörümüz Aydemir Nemli, ‘Sen maçlarda hiç şut atmıyorsun,’ dedi. On sekiz üzerine on tane top dikeceğim, bunlara vuracaksın, idmanın bitecek,’ dedi. Okula gitmek için acele ediyordum. Ben farkında değildim, Tuncay Becedek birkaç arkadaşıyla birlikte kalenin arkasına toplanmış. Birinci topa vurdum, aceleyle altına vurduğum için kalenin üstünden gitti. Kale arkasında toplananlar ‘Martı biiiir!’ diye bağırdılar. Sinirlendim, ikinciyi de kötü vurunca, ‘Martı ikiiii!’ dediler. Topları hep bu şekilde dışarı attım. ‘Hadi martıcı, antrenmanın bitti,’ diye dalga geçtiler. O sinirle kimseyle konuşmadan çıktım ve duş alıp gittim. İzmir’e gidip otele girdiğim anda, ‘Ooo, martıcı geldi,’ diye takıldılar. Ertesi gün Göztepe ile oynuyorduk. Hareketli toplara iyi vururdum. Bir pozisyonda top önüme geldi, bir vurdum, doksandan gol oldu. ‘Gelin şimdi martıcıyı öpün!’ dedim.”

“O sezonda gol krallığına gidiyordum. Kasımpaşa ile oynuyorduk. Maçtan önce kar yağdı, sahayı kömürle çizdiler. Kasımpaşa’nın kalecisi de bizden giden Özkay idi. Ben gidiyorum, pası veriyorum, golü atıyorlar. Durum 2-0 oldu. Ben atmak istiyorum ama pozisyon olmuyor. Derken penaltı oldu, ‘Ben atacağım!’ dedim. Hocamız ‘Hayır, Kasapoğlu atacak,’ dedi. İki parmağımı kanca gibi birbirine geçirdim, ‘İnşallah atamaz!’ dedim. O zaman Aksaray’da oturuyordum. Oradaki çocuklarla ahbaptım, maçlarına gidiyordum boş zamanlarımda. Onlardan öğrenmiştim bu hareketi. Parmaklarımızı kenetleyip, ‘Atamaz, kedi bile sıçamaz!’ diyorduk, penaltı kaçıyordu. Kasapoğlu bir vurdu, top direğe çarpıp geri geldi. Oynamaya devam ediyoruz, durum 3-0 oldu. Bir penaltı daha oldu, yine ben atmak istedim. Hoca bu sefer de, ‘Hayır, Ercan atacak,’ dedi. Yine parmaklarımı kenetledim. Ercan vurdu, kaleci kurtardı. On dakika sonra bir penaltı daha oldu, hadi sen at dediler. Ben diktim topu yuvarlağa, bir vurdum, top gitti kaleci Özkay’ın kucağına. O sezon bir golle gol krallığını kaçırdım, Metin Oktay ile ben 18’er gol attık. Güven Önüt 19 golle kral oldu. İkisi de rahmetli oldu, nur içinde yatsınlar. Ondan sonra mesleğe başladım. İdmanlara daha az vakit ayırabildiğimden fazla form tutamadım ve santrfor mevkiini bıraktım. İbrahim İzmirspor’dan tekrar bize döndü. Bazen onunla çift santrfor oynuyorduk, bazen sol iç oynuyordum. Daha sonra, 2. Lige düştüğümüzde sol açığımız yoktu. Menajerimiz bana, ‘Seni sol açık oynatacağım,’ dedi. ‘Takımın neferiyim, ne vazife verirsen yaparım,’ dedim. Aynı sezon 1. Lige çıktık, yine sol açıkta devam ettim.”

Bilge Tarhan- Osman Arpacıoğlu

Bir yandan gol krallığı için çekişirken diğer yandan okuluna devam eder. Hatta Beşiktaş’ın yaptığı transfer teklifini, bu kulübün haftalık idman programının yoğun olması nedeniyle reddeder ve İstanbulspor’da oynamaya devam eder. Sonunda inşaat mühendisi olarak meslek hayatına atılır: “Stajyer olarak Tarabya oteli inşaatında çalışıyordum. Okulu bitirdim, otuz altı günlük stajım vardı, bitince diploma alacaktım. Rahmetli Saim Kaur Emekli Sandığı müdürüydü, onun vasıtasıyla otele gittim. Benimle beraber beş altı kişi daha vardı. Amirlerimiz stajyerleri denemeye karar vermişler. Beni çağırdılar, ‘13. teras katta ahşap numuneler var, onları al getir,’ dediler. Henüz asansörler yapılmamış, hemen koşarak çıktım, alıp getirdim. Diğerlerine de bunlara benzer görevler verdiler. Arkadaşlarım, ‘Bunları hademe de gidip alır, beni ne gönderiyorlar,’ şeklinde söylenmişler. Otuz altı günün bitiminde herkesin staj belgesini imzaladılar, ancak bana ayrıca orada kalıp çalışmam için teklifte bulundular. Böylece 50 lira yevmiye ile orada çalışmaya başladım. Orada büyük bir anlayış gördüm. Antrenman saatim yaklaştığı zaman şefim gelir, ‘Haydi Bilge, geç kalma,’ derdi. Yani beni adeta zorla antrenmana gönderirlerdi. Deplasmanlar için izin verirlerdi.”

İstanbulspor 1966-67 sezonu sonunda bir puan farkla 2. Lige düşer. Fakat kadrosunu neredeyse olduğu gibi korur ve on iki puan farkla şampiyon olarak aynı sezon tekrar 1. Lige çıkar. Üstelik kadrosuna kattığı iki genç isim, Cemil Turan ve Alpaslan Eratlı ile daha da güçlenmiştir. Bilge Tarhan en unutamadığı maçlardan birini 28 Ekim 1968 tarihinde oynar. İstanbulspor Fenerbahçe’yi 3-0 yenerken kendisi iki gol atar. Bu maçtan iki gün sonra nişanlanır. Nişan töreni sırasında müstakbel eşinin kuzeni hasta Fenerbahçeli olduğu için onun elini bile sıkmaz.

Son sezonu olan 1970-1971’de İstanbulspor yine başarılı sonuçlar alıp ligi üst sıralarda bitirir. “O sezon üç büyük takımı yendik. Beşiktaş ve Fener’i 1-0, Galatasaray’ı 3-0 yendik. Galatasaray maçı Ali Sami Yen Stadında oynanıyordu. Kapalı tribün tarafından taç atacaktım. Tribünden birisi, ‘Bilge akranların hacca gitti!’ diye bağırdı. Yani ihtiyarladığımı söylüyordu. Bundan yaklaşık on dakika sonra Yasin’in koruduğu kaleye bir gol attım. Golü attıktan sonra doğru o tribüne gittim. Halbuki gol attıktan sonra hiç taşkınlık yapmazdım, ellerimi havaya kaldırırdım, arkadaşlarım gelir beni öpüp tebrik ederdi. O gün o lafla hırslanmışım, o sesin geldiği tribüne gidip yumruğumu salladım. Tesadüfen o tribünde Galatasaray taraftarı Belediye Fen İşleri Müdürümüz Çetin Kumbasar varmış. ‘Bak şuna, bana yapıyor bu hareketi,’ diyormuş. Üçüncü golde de ben tam kafa vurmak üzereyken arkamdan biri hışımla yükselip kafayı vurdu. Bir baktım Alpaslan. Sol bek Yalçın orta yaptı, sağ bek Alpaslan gol attı.”

“Aynı şekilde Bolu’da da bağırmışlardı bana. Boluspor’un kaptanı Japon Rıdvan vardı. Onunla beraber tribünün yakınında mücadele yaparken ikimiz de atletizm pistine düştük. Yine biri bağırdı: ‘Ulan bırakın artık futbolu, akranlarınız hacca gitti!’”

Bazı seyirciler onu kızdırmak için böyle sataşsa da Bilge Tarhan henüz verimli olduğu bir dönemde, belki daha birkaç yıl oynayabilecekken, 13 Ağustos 1971’de Bursa’da Göztepe ile oynanan Spor Toto Kupası maçında geçirdiği beyin kanaması nedeniyle futbola veda etmek zorunda kalır. “1971 yılının Nisan veya Mayıs ayıydı. Maç yapmak için Ankara’ya gelmiştik. Soyunma odasına Samsunsporlu Abidin girdi. Beyin kanaması yüzünden ağır bir ameliyat geçirmişti. Jübilesi varmış, Basri Abi’ye geldi. Ben Abidin’i görünce ağlamaya başladım, beş yaşındaki çocuk gibiydi. Aynı olayın birkaç ay sonra benim başıma geleceğini nereden bileyim? Ne acı tesadüf ki Basri Dirimlili Samsunspor’u çalıştırırken Abidin beyin kanaması geçirdi, İstanbulspor’u çalıştırırken ben geçirdim.” Olayın en yakın tanığı olan takım arkadaşı Cemil Turan o talihsiz anı şöyle anlatıyor: “Ben kanattan hızla kaleye doğru iniyordum. Bilge Abi kale önündeydi. Bana, ‘Cemil!’ diye bağırdı. Topu ona doğru ortaladım. Göztepeli Küçük Mehmet ile beraber kafaya çıktılar ve Bilge Abi yerde kaldı.” Olayın sonrasını Bilge Tarhan’dan dinliyoruz: “Futbol hayatım boyunca hiçbir zaman sakatlandığımda yatıp debelenmedim. Yürüyemeyecek halde olduğum zaman bile hakemden izin isteyip dışarı çıkıyordum. Beyin kanaması geçirdiğim maçta, Bahattin Baydar menajerimizdi. Ben yere düşünce Bahattin, ‘Eyvah, Bilge’ye bir şey oldu!’ diye fırlamış. İstanbul’a telefon edip beyin cerrahı Profesör Zeki Birsel’i getirmişler. Zeki Bey, ‘Bırakın, üç gün içinde komadan çıkar,’ demiş. Gerçekten üç gün içinde komadan çıktım ama bir daha girdim ve on yedi gün sürdü. Sonra tansiyonum düşünce beyin ameliyatı yapmaya karar verdiler.”

Uzun süren bir toparlanma döneminden sonra tekrar oynayıp oynayamayacağını anlamak amacıyla idmana çıkar ama zorlanır ve yarıda bırakır. Böylece futbolculuk defterini kapatıp kendini tamamen mesleğine verir. “1959-71 yılları arasında İstanbulspor’da oynadım. İstanbulspor’da en çok gol atan futbolcuyum. Resmi maçlarda altmış üç tane golüm var. Onca sene top oynadım, İstanbulspor’a yapabileceğimi yaptım ama kulüp de bana çok yardım etti. Ben on beş yaşında babasız kaldım. İki kız kardeşimi okuttum. Futbol oynarken Şaşkınbakkal’da inşaat malzemeleri satan bir dükkân açmıştım. Her gün on tane tanıdık gelirdi. Beyin kanaması geçirdim, ameliyat olup iyileştim dükkâna geldim, bir kişi uğramadı. O olaydan sonra futbola küstüm; ta ki İhsan’ın öldüğü 1994’e kadar. O zaman Edirne-Kınalı otoyol inşaatında çalışıyordum. Cenazeye geldim,  beş altı kişi vardı. Bunun üzerine takım arkadaşım Muhittin ile birlikte bir liste çıkardık, yüz elli kişi bulduk. Ardından derneği kurdum.”

Bilge Tarhan o günden beri eski arkadaşlarıyla irtibatını koparmamaya çalışıyor ve onları her fırsatta bir araya getirmek için çabalıyor. Hâlihazırda İstanbulsporlular Derneği başkanlığını ve İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti üyeliğini sürdürüyor. Son sözü, “Bilge’nin attığı goller ağlara değmezdi,” diyen takım arkadaşı ve hocası Erdoğan Tokol’a bırakıyoruz: “Sert şut çekmezdi ama çok güzel verkaça girer, akıl dolu goller atardı, aldığı mühendislik eğitimini sahalara yansıtmıştı.”

 

15 Haziran 2013 Cumartesi

Dinyakos

 

Ölümsüz Efsane Bilge Tarhan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir