Bazı ruhbilimciler taraftarlığı fanatiklik ile özdeşleştirip, ilkel ve saldırgan duyguların tatmini olarak açıklarken; bazıları da benliğini oluşturamamış kişilerin bir kitlenin parçası olarak kendilerini ifade etmelerinin bir yordamı olarak açıklarlar. Kuşkusuz bunların doğru olduğu noktalar pek çoktur, ancak her iki durumun da İstanbulspor taraftarını nitelemekten uzak olduğunu görüyoruz: İstanbulspor taraftarı ne bireyin benliğini eriterek kitlenin parçası olmasını sağlayacak kadar sayı çokluğuna sahip, ne de eldeki işgücü saldırgan güdülerin tatminini sağlayacak özelliklere haiz.
– İstanbulspor mu? Onun taraftarı var mı?
İstanbulspor’u desteklediğini ifade eden hemen herkesin alacağı yanıtlardan biri bu. Öyle ya; İstanbulspor’un kitle açısından beslendiği bir semti ve kültürel köklerini saldığı bir mahallesi yok, e gerçek İstanbullu olanlar da sayıca belli, öyleyse kim tutuyor bu takımı? Neden bu kadar köklü ve başarılı bir kulübün bu kadar az taraftarı var?
Genç İstanbulsporlular bu soruyla karşılaştıklarına çok da üzülmesinler, onlara bir haberim var: Bundan 50-60 yıl önceki İstanbulsporlular da aynı soruya maruz kalıyordu. İstanbulspor’un taraftar sorunu yalnızca bugünün sorunu değil. Türk sporunu ve İstanbulspor tarihini incelediğimizde şunu görüyoruz: Küçük bir dönem dışında İstanbulspor’un hiçbir zaman ciddi sayıda bir taraftar kitlesi olamadı. Öyle ki, bugün bile alt liglerde mücadele eden semt takımlarının bazıları İstanbulspor’un birkaç katı seyirci ve destekçi kitlesine sahip.
Tıpkı Galatasaray gibi, bir eğitim kurumu bünyesinden çıkan ve bir eğitim kurumu tarafından uzun yıllar yönetilen İstanbulspor’un, Galatasaray gibi ulusal çapta destek kazanmasını ne engelledi? 1980 ve öncesinde, çoğunluğu İstanbul (Erkek) Lisesi öğrenci ve mezunlarından ibaret bir çekirdek kadro dışında, İstanbulspor’un geniş kalabalıklara hitap edemediğini görüyoruz. Bu noktada İstanbul Liseli olmayan İstanbulsporluların bir kısmı, İstanbul Lisesi’nin uzun yıllar içine kapanık bir yapısı olduğunu, İstanbulspor’u öncelikle İstanbul’un takımı olarak değil; İstanbul Lisesi’nin takımı olarak gördüklerini ve Galatasaray’ın başardığını gerçekleştiremediklerini düşünüyorlar. Tüm bunların kökenine inebilmek için İstanbulspor tarihini ele almakta yarar var.
İstanbulspor’un serüveni, Süleymaniye kulübünün (ki bu kulüp yıllar sonra el değiştirmiş ve adı Küçükçekmece olmuştur) sporculardan Kemal Halim Bey (Gürgen) ve bazı İstanbul Liseli gençlerin, genç yaşta ölen Süleymaniye sporcusu, Yavru lakaplı Saim’in anısına bir takım kurmasıyla başlar. Bu takım, başka bir yazıya konu olması gereken bir macerayla Süleymaniye’den ayrılmak zorunda kalır ve 1913 yılında kurulan Gürbüzler takımına katılırlar. 1925 yılında kulübün adını İstanbul Spor Kulübü olarak değiştiren Kemal Halim Bey ve ekibi, 4 Ocak 1926’da takımdaki liseli gençlerin de önayak olması sayesinde İstanbul Lisesi ile birleşerek Sarı-Siyah renklerini alıyor.
1929 yılında İstanbul 2. Ligi’nde kazandığı başarıyla 1. Lig’e yükselen İstanbulspor, 1932 yılında İstanbul şampiyonu ve aynı yıl da İstanbul’un ilk Türkiye şampiyonu olur (bu sezonun başarı öyküsü için Bkz: 1931-1932 Sezonunun Sportif Öyküsü). Şampiyon İstanbulspor Galata’da büyük bir ilgi ve heyecan ile karşılanır ve İstanbul halkının övgüsünü kazanır.
İstanbulspor’un şampiyonluğunu kutlayan İstanbul Halkı, 1932
1930’lu ve 1940’lı yıllar, bugünün köklü kulüplerinin henüz 20-25. Yıllarını doldurdukları, çekirdek kitlenin yeni yeni oluşmaya başladığı yıllara denk düşüyordu. Takım-renk aidiyetinin güçlü olmadığı ve taraftar kitlesinin geçişken olduğu bu yıllarda başarının sürdürülememesi önemli bir etken olabilir. Bu yıllarda gösterilen sportif başarı sürdürülebilseydi, bugün İstanbulspor da önemli bir taraftar kitlesine sahip olabilirdi. Öte yandan İstanbulspor’un ikinci bir şampiyonluk kazanamasa da her daim ligde yer almış olması ve lisenin kurumsal desteği, bugün silinip giden kulüplerden olmasını engellemiş.
Takım sempatisinin taraftarlığa hatta fanatizme evrildiği yıllarda İstanbulspor’un taraftar kitlesi açısından büyüyememiş olmasının tek nedeni sportif başarısızlık değil elbette. Hatta, İstanbulspor Türk futbolunun en başarılı kulüplerinden biri… Tüm zamanlar puan durumunda 13. Sırada yer alıyor. İstanbulspor’u orijinal kılan özelliklerden biri de bu: Bu denli başarılı ve köklü bir kulüp olmasına karşın, taraftar kitlesinin sayıca az olması. Buradaki sorun İstanbul’un diğer şehirler gibi tek bir merkezinin olmayışı ve iç içe geçmiş büyük ilçelerden oluşması. İstanbulspor da ne yazık ki tarihi boyunca bir türlü bir stadyuma ve dolayısıyla stadyum çevresindeki kitleye sahip olamadı. 1957 yılında bu yönde atılan bir adım olduğuna dair bir gazete haberi mevcut, ancak bu proje de ne yazık ki bir türlü hayata geçememiş ve İstanbulspor’un göçebeliği sürüp gitmiş.
1950’li yılların sonlarında düzenlenen ulusal lig ve 1960’larda başlayan canlı maç yayını ile futbol tüm ülkeye yayıldı. İstanbul’un başarılı takımlarının yanında Anadolu’daki kentlerin takımları da onlarla boy ölçüşmeye başlamıştı. Zaten yaygın bir taraftar kitlesine sahip olamayan İstanbulspor’un diğer takımlarla arasındaki makas açılıyordu. 1960 yılını bu bakımdan önemli bir dönüm noktası olarak görebiliriz. Ne de olsa bir takımı destekleyen babaların oğullarının tribünde yerini almaya başlaması, köyden kente göç ve diğer toplumsal sorunlar ile takım sempatisi yer yer fanatizme yöneldi. Prof. Dr. Emin Kuru’ya göre tribünlerde ilk küfürlü sloganlar 1960’lı yılların sonunda ortaya çıkmıştı (1).
Sempatinin taraftarlığa evrildiği yıllar, henüz ortada pankart yok, elinde gazete kağıdından yapılma meşaleyi tutan ünlü şair Turgut Uyar
1960’lı yıllar İstanbulspor açısından da çok önemli bir döneme denk geliyor. Maddi sıkıntılar dolayısıyla büyük güçlüklerin yaşandığı ama Türk sporuna Bilge Tarhan, Kostas Kasapoğlu, Zorbay Kalkan gibi bugün İstanbulsporluluk duruşuyla anılan isimlerin kazandırıldığı yıllar. O isimlerden Bilge Tarhan, İlhan Özgen ile yaptığı ve sayfamızda da yayınlanan bir söyleşide o dönemdeki taraftar sorununu şöyle açıklıyor:
Bence şampiyonluk için çok iyi bir taraftar kitlesi gerekliydi. Bizde taraftar yoktu! İstanbul Erkek Lisesi’nden 500 kişilik bir grup gelirdi ama Fenerbahçe’yle oynuyoruz, onları tutuyorlar! Belirli bir taraftar kitlemiz yoktu. Kadroda da eksiklikler vardı tabii.
İstanbulspor Taraftarlar Derneği olarak İstanbulspor’un efsane isimlerinden Kaptan Mehmet ile yaptığımız söyleşide Mehmet Sülün taraftar sorunu için şöyle diyordu:
1971 senesinde buraya geldiğimden beri bir taraftar grubumuz olmadı. Çoğunluğu İstanbul Erkek Lisesi öğrencileri ve mezunlarından oluşan, parmakla sayılacak kadar az taraftarı vardı. Öte yandan, İstanbulspor’un İstanbul genelinde çok seveni vardı.
Benim de kısa bir görüşme yapma fırsatına eriştiğim eski futbolculardan Konstantinos Sinas da benzer şekilde anlatmıştı:
İstanbulspor taraftarı için çok az diyemezdik, ancak çok kaliteli taraftarımız vardı (…) Şimdilerde yalnız İstanbulspor’un değil tüm tribünlerin boş olduğunu görüyorum, insanlar pisliklerden bıkmış durumda. Biz o zaman yalnızca forma aşkı için oynardık, aldığımız ücretler çok azdı.
Konstantinos Sinas, 1970’li yıllar
Pek çok spor yazarı ve tarihçisinin ifadelerine göre, İstanbulspor’un sayıca az olsa da çok kaliteli bir seyirci kitlesi vardı. İstanbulspor‘un her dönem İstanbul takımları arasında en sevilen ikinci takım olma gibi ilginç bir özelliği olmuş. Gece maçlarından önce, karşılaşmalar aynı stadyumda arka arkaya oynanırdı ve Fenerbahçe-Beşiktaş-Galatasaray maçlarından önce insanlar İstanbulspor’un maçlarını izlerdi. Bu insanlar çoğu zaman da kendi takımlarıyla birlikte İstanbulspor’u da desteklerlerdi.
İstanbul Liseli olmayıp da, İstanbulspor’u tutan bir kitle de, bugün olduğu gibi, eskiden de var olagelmiştir. Örnek olarak İstanbulspor Taraftarlar Derneği’nin başkanı Mehmet Şakir Öğünç, 1959 yılında küçük bir çocukken nasıl İstanbulsporlu olduğunu anlatmıştı bana. Hem de ailesinden kimse İstanbulsporlu değilken… Umarım bir gün o hikayeyi de yazma fırsatını bulabiliriz.
Yazının ikinci bölümünde yakın tarihe bakacak, İstanbulspor’un tarihi boyunca bir türlü genişletemediği kitlesini büyütme hedefinden söz edeceğim.
Hakan Kaygusuz
(1) Türkiye’de Spor Seyircilerinde Oluşan Kitlesel Tezahüratın Geleneklerle İlişkisi, Emin Kuru
Yazar Hakkında
Hakan Kaygusuz 1986 yılında İstanbul’da doğdu. İTÜ’de kimya ve fizik eğitimi aldıktan sonra doktora derecelerini İTÜ ve Berlin Teknik Üniversitesi’nden aldı. İTÜ, Berlin Teknik Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra, şu anda Altınbaş Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nde dekan yardımcısı ve doktor öğretim üyesi olarak akademik hayatına devam ediyor. Bir yandan da çocukluğundan beri takip ettiği İstanbulspor için kalem oynatan Kaygusuz, İstanbulspor Kulübü Derneği üyesi ve İstanbulspor Taraftarlar Derneği’nin genel sekreteridir.