Ata Özbay: Has gollerin Kralı

Futbolun endüstriyel hale gelmesinden önceki yıllarda, İstanbul’un tarihî yarımadasında her semt birer futbolcu tarlası gibiydi. Türk futboluna çok sayıda yıldız yetiştiren Cibali ve Küçükmustafapaşa, bu semtlerin başında geliyordu. Özellikle İstanbulspor’a adeta bir kaynak hizmeti veren Haliç kıyısındaki bu tarihî bölgeden yetişen futbolculardan biriydi Ata Özbay. Sarı-siyahlı kulüpte sadece iki sezon geçirmesine karşın, futbolseverlerin hafızasında İstanbulsporlu santrfor Ata olarak yer etti. Aslında çok farklı kulüplerde geçen bir futbol hayatına sahipti. Oynadığı takımlarda penaltı ve frikikleri yaşça büyük olanlar attığı için o da kendi tabiriyle “has goller” atıyordu. Futbolu bıraktıktan sonra doğup büyüdüğü semtte yaşamaya devam eden Ata Özbay’ın ilginç anılarla dolu yaşam öyküsünü dinledik. Çocukluk dönemiyle ilgili anlattıkları, o yılların günlük yaşamından kesitler de yansıtıyor:

“29 Ekim 1943 doğumluyum. Cumhuriyet bayramında doğduğum için adım Ata benim. Şu köşede oturuyormuşuz. Benim babam komiser. Biz Trabzonluyuz aslen, Faroz’dan. Ben altı kızın bir oğluyum. Benim bir büyük ablam ve kız kardeşimle ben burada doğduk. Diğerleri Trabzon’da doğmuş. Babam oradan Ankara’ya okumaya geliyor. Sonra tekrar Trabzon’a tayini çıkıyor. Annemle aynı mahallede büyümüşler, on yaş var aralarında. Evleniyorlar. Trabzon valisi İstanbul’a tayin olunca, babamı da birlikte buraya getiriyor. O zaman sivil polislere tarı memuru diyorlar. 1930’ların sonunda gelip bu semte yerleşiyorlar. Babam dört-beş sene vilayette görev yapıyor. Sonra vali, başka yere mi gitmiş, emekli mi olmuş bilmiyorum, Yeşildirek karakoluna geçmiş babam. Sonra Kasımpaşa, Zindanarkası’na geliyor.”

“O zaman burada hep ahşap, bahçe içinde evler var. Bahçelerde envai türde meyve ağaçları. Biz hep dışardayız, yalınayak oynuyoruz. Burada kocaman bir arazi bostan.  Burası çiçek, arka taraf sebze. Kocaman bir kuyu, atlar dönüyor etrafında. Biz seslenirdik, hayvan dururdu. Arnavut bahçıvan gelir, deh der, dönmeye başlardı.  Burada Arnavut, Laz ve Arap ahali vardı. Bizim buraya gelmemizin ardından Trabzon’dan çok gelen oldu. Rizeliler vardı zaten. Kendine has Araplar vardı. Biz çocukken her evin bahçesinde kümesler vardı. Bu cadde yoktu o zaman. Çok dar bir yokuş vardı. Sonra Demokrat Parti zamanında buraya bu cadde yapılırken, ‘Bu kadar geniş yolu ne yapacaklar burada?’ diyordu herkes. İstanbul’un en geniş caddelerinden biri burası. Top oynardık, yarım saatte bir belki bir araba geçerdi.”

“Okulun bahçesine girerdik oynamaya. Abiler girer bizi kovardı, oradan giderdik Cibali İlkokulu’na. Oradan kovarlardı, giderdik Sultan Selim Camisi avlusuna. Oradan kovarlardı, Gelenbevi Ortaokulu’na gelirdik, Hacı Hasan bostanına gelirdik. Yani illaki bir yer bulup oynardık. Bizim burada Cibali Spor Kulübü vardı, birinci amatör kümede. Biz buralı değildik, yukarı mahallenin çocuklarıydık. O yüzden bize pek bakmazlardı. Bizi Kadırga geldi aldı buradan. Şurada bir futbol sahası yapmıştık. Orada müthiş maçlar oluyordu. O zaman Beşiktaşlı Güneş abi vardı, Çarşambalı. Bizi de alıyorlardı aralarına. O duvarlar insan doluyordu. İşte orada oynarken Kadırgalı abilerimiz söylemişler bizi Kadırga kulübüne. O zaman Nevruz Güven hoca vardı rahmetli. Geldi bizi seyretti. Beş altı kişi Cinci sahasında denendik. Bir beni aldılar. Yani futbola Kadırga’da başladım. Ortaokula gidiyordum, herhalde 15-16 yaşındaydım. Takım kaptanımız Tarık Çalışal Fenerbahçeliydi, Çengel Hüseyin Beşiktaşlı, Arap Özcan Beyoğlusporlu. Beşiktaşlı Altıparmak Sami vardı. Dayko Muharrem, Ankara’da Şekerspor’da beraber oynadık (Muharrem Domaniçdağ). Çok kaliteli bir takımımız vardı. Her futbola başlayan çocuğun oynamak istediği kulüptü Kadırga. Bilhassa Beşiktaş ve Vefa takımlarına oradan çok eleman gitti. Ne zaman ki o Cinci sahasını yıktılar, iş bitti. Şimdi park olmuş orası.”

“Kadırga’da iki sene oynadım. İkinci senemde Çengel Hüseyin beni Baba Hakkı’ya söylemiş. Onun Bahçekapı’daki bir handa ofisi vardı. Oraya gittik Çengel Hüseyin’le birlikte, konuştuk. O zaman antrenör İbrahim Tusder’di Beşiktaş’ta. Baba Hakkı beni onunla tanıştırdı. Şeref Stadı’nda idmanlara çıktım. Kedi Sabri var Kadırga’nın çocuğu. Onunla çift santrfor oynuyoruz. Orada intiba bırakıyorum. Bütün takımları yıkıyoruz Sabri’yle. Bana sen bir sene daha oynayacaksın dediler. Ama o sene de ligler oynanıyor. Sabri’yle ikimiz çok gol attık. Kadırga’da kapalı bir spor salonu vardı. Orada müdürlük yapan bir Haydar abi vardı, aynı zamanda Fatih İtfaiye takımının voleybol antrenörüydü. Beni idmanlarda, maçlarda görüyor. Haydar abi beni Altaylı idarecilere söylemiş. Adil Tügel onun arkadaşıymış. Altaylılar gelip beni nerede seyretmiş bilmiyorum. Maçlar bitti, bir zaman sonra hiç unutmuyorum – 35 plakalı, yeşil, tek kapılı, üstü açık Dodge marka bir araba geldi. Anneme, ‘Biz Ata’yı İzmir’e götüreceğiz,’ diyorlar. Evin tek oğluyum. Annem nasıl olur filan derken, sonunda İzmir’e gittim.”

“O zaman beni altyapıda oynamam için götürdüler. Ayfer, Galatasaray’a giden Feridun, Enver, Hikmet, kaleci Erol, İsmail, Necdet, Atilla, Ali vardı takımda. Onlarla beraber oynadık. A takımına da girdik. Hatta ilk maçımda, Göztepe sahasında Göztepe’yle hazırlık maçı yaptık. Antrenör Bayram Dinsel ikinci yarıda soktu beni oyuna. İyi not aldım. Biz lojmanda kalıyorduk. Kulüp binası ve lojman o zaman ikinci Kordon’daydı. Orada kalanlar A takımla idman yapıyordu. İzmir’de ikinci seneye başladım ama olmadı. Oynayamadım. A takımda oynamak istiyorum ama bizim istememizle olmuyor. O zaman Altay müthiş bir takım. Kalede Varol, sağ bek Yılmaz, sol bek Numan, sağ haf Osman, santrhaf kaptan Kazım, sol haf Kelebek Ertan, sağ açık Gönen, sağ iç Nazmi Bilge, santrfor Nail, sol iç Cahit, sol açık Coşkun Dağlıoğlu. Yedekte de bir yığın iyi futbolcu vardı.  O takımda oynamak çok zor.  Bir de sıkıntı çekiyoruz, daha çocuğuz. Mazhar Zorlu’dan bonservisimi aldım.”

“İstanbul’a, Cibali’ye geldim, bizim semt takımımız. Orada hiç oynamadan 1964 Şubat ayında askere gittim. Balıkesir’deydim. Karagücü takımımız müthişti, Ordu milli takımını hazırlık maçında 3-0 yendik. Terhis olan bizden öncekiler yeni kurulan İkinci Lig’in birçok takımının ilk futbolcuları oldular. 1966’da Bandırmaspor kuruldu. O zaman her ilden bir takım alınıyordu. O yüzden Balıkesir Bandırmaspor adıyla, Balıkesir Stadı’nda oynuyordu maçlarını. Ben Balıkesir’de iki sene askerliğim sırasında bir sezon 47 gol, bir sezon 39 gol attım. Balıkesir bölgesinde hep müessese takımları vardı: Şekerspor, Pamuklu Dokuma Karesi, Demirspor, PTT, Çimentospor. Şekerspor’u Fener’in eski kalecisi Selahattin Ünlü çalıştırıyordu. Balıkesir grubunda birinci olan, Bandırma ve Edremit grubu birincileriyle şampiyonluk için oynuyordu. Edremit’te de Karagücü takımı vardı; Fethi Demircan çalıştırıyordu, orada başçavuştu.”

1966 başlarında askerlik görevi bitecek olan Ata Özbay’ın tekrar İzmir’de futbol oynaması söz konusu olmuş. Ancak Altay ve İzmirspor’la idmanlara çıkmasına rağmen, bu ihtimal gerçekleşmemiş ve askerliği bittikten sonra yarım sezon Bandırmaspor forması giymiş. “Ben iki sene Balıkesir’de oynadığım için Bandırmalılar beni tanıyordu. Terhis olmama bir hafta kala Altaylılar gelip beni aldı. Coşkun (Dağlıoğlu) abi bizde yedek subaydı, erken gitmişti. O göndermiş onları. Beraber İzmir’e gittik. Alsancak Stadı’nın kale arkasına bölge binası yapılmış. Kulüp de oraya taşınmış. İki üç gün orada kaldım. İdmana çıkarıp denediler beni. Antrenör yine Bayram Dinsel’di. Fakat deneme yapmaları tuhafıma gitti. Balıkesir’e, Çayırhisar’a döndüm. Tam sivil kıyafetlerimi çıkarıp resmi elbiseyi giydim, yine adım anons edildi. Gidip baktım, bu sefer İzmirsporlular. Meşhur futbolcuları Tarık Gençay, Şenocak Sineması sahibiyle beraber beni arabaya bindirip İzmir’e götürdüler. Orada da idmanda denediler, fakat o da olmadı. Tekrar geldim Balıkesir’e.”

“7 Şubat’ta terhis oldum. Bu sefer Bandırmalılar geldi. Kaptanları eski Kasımpaşalı Ahmet Deniz vardı. İdarecileri de vardı. Beni arabaya bindirip Bandırma’ya götürdüler. Biz seni bırakmayız dediler. Böylece Bandırmasporlu oldum. O zaman kaleci Özkay abi vardı. Arnavut Erdinç, rahmetli Baran, rahmetli Cengiz Tomaç, Küçük Cengiz, Cavit, Mahmut Evren’in kardeşi rahmetli Ahmet vardı. İki ay sonra Zorbay geldi. Play-off maçları oynanıyordu. Akhisar sahasında Ülküspor’la oynuyorduk. Kaleci Burhan vardı, Karşıyaka’dan gelmişti. O zaman Ülküspor’u Doğan Emültay çalıştırıyordu. Benim iki golümle 2-0 kazandık. Bana itiraz etmişler, aynı sene içinde aynı ilin iki takımında oynayamaz diye. Ben kalan maçlarda oynamadım. Ceza vermediler ama lisansım iptal oldu. Zaten bir müddet sonra maçlar bitti.”

Futbol hayatı 15-16 yaşlarında İstanbul’da başlayan Ata Özbay, uzun müddet İzmir ve Balıkesir’de dolaştıktan sonra doğup büyüdüğü yere dönmüş. O yıllarda sıkça görüldüğü üzere takım arkadaşı Zorbay Kalkan’la birlikte kaçırılıp İstanbulsporlu olmuş. Bu ilginç transferin hikâyesini şöyle anlatıyor: “Bandırma’nın umumi kaptanı eski milli futbolcu Çetin Zeybek ve Eşekçi Mustafa buraya geldi. O arada İstanbulsporlular beni Silivri’ye kaçırdı. Bizi bir arabaya bindirdiler, doğru Silivri’de bir motele. Temmuz’un birine kadar orada kaldık. Sonra Sirkeci’de bir iş hanına, Katır Burhan lakaplı İstanbulsporlu bir abiye götürdüler Zorbay’la birlikte. Mukaveleyi de Katır Burhan’ın işyerinde yaptık. Bandırmalılar o arada eve gelip beni aramışlar ama annem gerçekten nerede olduğumu bilmiyor. O şekilde İstanbulsporlu olduk. 1966-67 sezonunda İstanbulspor’a geldiğimde Ziya Taner antrenördü. Rahmetli Ali Sohtorik, Lütfü Bornovalı, Orhan Yanık, Katır Burhan idarecilerimizdi. Saim Kavur ilk maaşlı menajerdi. Lütfü Bornovalı bir idman kaçırmazdı. Kar, fırtına olsa Vefa’ya gelirdi. Deplasmandaki maçlara gelirdi.  İyi bir camia vardı, ahlaklı, saygılı, İstanbulspor’a yakışan bir ortam vardı. O sene bazı şanssızlıklar oldu ve küme düştük. Son maç çok enteresandı. Ali Sami Yen’de artık düşmüş olan Karşıyaka’yla oynuyoruz. Devre berabere bitti. Bir pozisyon oldu, kafayla vurdum. Top kaleye gidiyor. Rahmetli Kasap abi ayağımı sokayım diye geldi. Yani frene basacak, gol yapacak. Top bir sekti, ayağının burnuna geldi. Dışarı gitti top. Maç berabere bitince küme düştük.”

“İstanbulspor’un seyircisi yoktu. Yönetici bir abimiz vardı. Zaman zaman bizi yemeğe götürürdü. Ona bu durumdan yakındım, ‘Maçları Vefa Stadı’nda oynasak daha iyi olur,’ dedim. ‘Bir dahaki maçta numaralı tribüne dikkatle bak,’ dedi. Maçtan sonraki ilk yemekte, ‘Ne gördün?’ diye sordu bana. ‘Hep kravat, siyah elbise, fötr şapka gördüm,’ dedim. ‘İşte onlar İstanbulsporlular,’ dedi. ‘Onlar bağırmaz, haykırmaz, el çırpar, içten sevinir, içten üzülür,’ diye konuştu. İkinci lige düştüğümüzde Mithatpaşa’da bir maçta okulun bando takımı geldi yeni açığa. Dolmabahçe’de, Ali Sami Yen’de oynadığımız maçlarda seyirci sıkıntımız hep oldu. Sonra Vefa Stadı’na geldik. Orası iyi oldu. Hem herkese çok yakın, hem zaten orada idman yapıyorduk.”

1967-68 sezonunda Türkiye İkinci Ligi’nde mücadele eden İstanbulspor, yıldız futbolculardan oluşan kadrosuyla rakiplerine hayli puan farkı yaparak şampiyon olup Birinci Lig’e geri dönmüş. O sezonun ilginç anılarını şöyle anlatıyor Ata Özbay: “İlk dört beş maçımızı kazanınca güven geldi bize. Gemiyle Bandırma’ya gittik. Benim kafayla indirdiğim bir topta Bilge abi golü attı, 1-0 kazandık. Sonra yine gemiyle Zonguldak’a gittik. Sahası çimlendirilmişti, ilk bizim maçta açıldı. Kaleci Yılmaz abinin omuzu sakattı, bandaj yapıldı. Tek yumrukla kalecilik yaptı. Adamlar bizim 18 içinde oynadılar bütün maçı. Devre 0-0 bitti. Ziya Hoca bana geri geldiğim için kızdı. ‘Santra çizgisinin bir karış gerisinde duracaksın, sen sandalye iste, ben sana sandalye gönderirim,’ dedi. İkinci yarı ortaları uzun bir top atıldı. Ben motorik çabukluğa sahip değilim ama birisinin önüne geçtiğim zaman, beni yıkmadan topu alması mümkün değil, ille faul yapması lazım. Maç boyunca beni tutan Metin ile Turan vardı, topun onları aşacağını anladım ve onlar derinlik yapmadan öne geçtim. Onlar arkada kaldı. Kaleci Yalçın çıkacağımı anlamış,  hızla ileri çıktı. Ben topla koşuyorum. Yalçın yayın üstüne geldi. Ben kendimi öne bir attım, Yalçın havada. Ayağımın alt kısmıyla, alt kramponlarla topa bir vurdum, ön kısımla vursam top yerde sekecek. Sektiğinde Yalçın’ın üstüne gelecek. Top yavaş yavaş gitti, çizgiyi geçti ve durdu. Ağlara gitmedi top. Yılmaz abi o gün hayatının en büyük maçını oynadı. O gün tek elle kaleye duvar ördü. 1-0 yendik adamları o golle. Gece vapuruyla İstanbul’a dönerken Yılmaz abi yanıma geldi, ‘Bir daha öyle gol atma, kalbim duruyordu,’ dedi.”

“Adapazarı’nda Sakaryaspor’la oynuyorduk. Sağ bek oynayan Muammer abi vardı, çok gaddar bir oyuncuydu. Ben koşarken arkadan burunla baldırıma bir vurdu, lifim koptu. O zaman oyuncu değiştirme de yok. Tolon abi bir iğne yaptı bana. Ziya Hoca, ortada oynama, kenara geç dedi, öyle koşmadan bitirdim oyunu. Benim yokluğumda Manisa’da İhsan abi oynadı, frikikten bir gol çaktı. O şekilde namağlup geldik. Ali Sami Yen’de Beykoz bizi 2-1 yendi.” Söz İhsan Baydar’dan açılınca, İstanbulspor’daki bütün futbolcuları özlemle hatırlıyor Ata Özbay. “Futbolculuklarının yanında asil insanlardı. O kadar yan yana oynadık ne Bilge’nin, ne Kasap abinin, ne de İhsan abinin ulan dediğini hatırlamam.”

İstanbulspor sezonun bitimine altı hafta kala oynadığı Karşıyaka maçını kazanarak şampiyonluk turu atmış ve bir yıl aradan sonra Birinci Lig’e dönmüş: “Karşıyaka maçıyla düştük, Karşıyaka maçıyla çıktık. 2-0 yendik; bir golü Kasap abi attı, bir golü ben attım. Hatta iki gol de penaltıdan oldu. İlkinde Kasap abi topu aldı, attı. İkincide yine Kasap abi topu aldı, gidiyor atmaya. Yıldırım abi topu aldı elinden, bana ‘Cafer gel buraya,’ diye bağırdı. Bana Cafer derdi. Deniz tarafındaki kaleye ben attım, gol oldu. Bizden sonra da Fenerbahçe-Altınordu maçı vardı. Bizim maç bitince tur attık.” Santrfor Ata, o sezon attığı 20 golle takımının şampiyon olmasına büyük katkıda bulunmuş. Ancak tur attıkları maç çok sevdiği İstanbulspor formasıyla son müsabakası olmuş.

İstanbulspor’dan ayrılmasında, futbol camiasının “Eşek Turan” olarak tanıdığı menajer Turan Ergüven’in büyük rolü olduğunu söylüyor Ata Özbay. İzmir, Balıkesir, İstanbul derken, bu kez Ankara’ya gidip Şekersporlu olmasının hikâyesini şöyle anlatıyor: “Eşek Turan sevemedi beni, bilmiyorum. Herkese 40’ar bin lira verildi. ‘Sen 30 bin lira alacaksın,’ dedi. Benim buralı arkadaşlarım var, biraz sivri çocuklar. Rahmetli Bornovalı maçlardan sonra gidip onları karakollardan alırdı. ‘30 bin lira getir, git,’ dedi Eşek Turan. Üzgün bir şekilde Arap Hasan’ın (İstanbulsporlu futbolcu Hasan Altun) yanına geldim, durumu anlattım. O ara Hasan’ın komşusu Halis abinin dükkânı vardı. Oraya şık giyimli bir adam girdi. Hasan’la konuştuklarımı duymuş. Galatasaray kulübüne telefon açmış. Hemen al getir diyorlar. Adamla birlikte Hasnun Galip Sokağa gittik, kulüpte başkan ve Turgan Ece’yle buluştuk. Metin abi o sene futbolu bırakacak. Bana bir çek verdiler, ‘Git bonservisini al gel, biz seninle nasıl olsa anlaşırız,’ dediler. İstanbulspor kulübüne gittiğimde Eşek Turan, ‘Seni kim gönderdiyse buraya, onlar gelsin, 40 bin lira,’ dedi.  Sonra 60, 70 derken 130 bin liraya kadar çıktı 15 günlük bir süreç içinde. Bir ara Metin abi benimle konuşmaya gelmiş, ‘Ben formamı Ata’ya bırakmak istiyorum,’ demiş. Sonuçta olmadı tabii.  Bir gün mahalledeki kahvenin önünde baktım 06 plakalı bir araba var. Erdoğan abi (İstanbulspor’un eski futbolcusu Erdoğan Tokol) benimle konuşmaya gelmiş. Önceden tanımıyorum ama resimlerden göz aşinalığı var. ‘Seni Şekerspor’a almak istiyoruz,’ dedi. Konuştuk, anlaştık, sonuçta Ankara’ya gittim.”

Böylece 1968-69 sezonunda Şekersporlu olmuş Ata Özbay: “Bir müddet sonra Erdoğan abinin üstüne Coşkun Özarı geldi. Beraber çalıştılar ama Özarı daha yetkili. 14 gol attım, harika bir havam var. Fakat takım o sene küme düştü. Son hafta, Galatasaray maçından önce Ulus’ta, Cihan Palas otelinde kamptaydık. Galatasaray-Eskişehir çekişiyor. Galatasaray bizle, Eskişehir Mersin’le oynuyor. Maçtan hemen önce Özarı istifa etti. Bizi hemen olağanüstü topladılar restoranda. Coşkun Özarı Galatasaray’a antrenör olacakmış, gelecek sezon için. 2-1 mağlup olduk.” Ata Özbay, Şekerspor’un neden küme düştüğünü şöyle izah ediyor: “Şekerspor’a gittiğim sene yapılan kadro üç büyüklerde olsa en kötü üçüncü bitirirdi, biz küme düştük. Neden? Arkadaşlık yok. İstanbul grubu ayrı, Ankara grubu ayrı, Anadolu grubu ayrı. Öyle bir zıtlaşma vardı. Takımda ahenk yoktu. O sene Metin abiyle Fevzi Zemzem 16 gol attı, ben 14 gol attım. Penaltıları kaptan Erol abi atıyordu, frikikleri Güngör abi atıyordu. Ben has gol atıyordum yani. Onları da atsaydım gol kralı olabilirdim. İyi elemanlar var ama ahenk yok. Para sorunu yoktu bir kere hiç takımda. Şeker Fabrikalarından para geliyordu.”

Küme düşmenin üstüne, İstanbulspor’dan ayrılmasına neden olan Turan Ergüven’in, bu kez Şekerspor’a menajer olmasının şokunu yaşamış Ata Özbay.  “Maçlar bitti, İstanbul’a geldim. Turan Ergüven’in Şekerspor menajeri olduğunu duydum. Enver Döley kulüp başkanıydı. Hemen Ankara’ya gidip onunla görüştüm. Beni görünce, ‘Ata bonservis istemeye mi geldin?’ diye sordu. O arada beni PTT de istiyor. Bülent Giz orada. Harika bir takım; Metin Kurt, Ertan Adatepe, Köksal, Feridun orada. Fakat Şekerspor’u bırakmak istemiyorum. Şeker Fabrikasında işçiyiz. Maaş alıyoruz, ikramiye alıyoruz. Ayrıca kulüpten maaş ve prim alıyoruz, transfer taksidi alıyoruz. Ben Eşek Turan’la olan durumumu anlattım. Enver Döley Şeker Fabrikasına telefon açtı. Fabrika veznedarıyla konuştu. ‘Ata’ya 5 bin lira ver,’ dedi. Bana döndü, ‘O parayı al, git tatil yap,’ dedi. İstanbul’a döndüm. Eşek Turan Aksaray’da oturuyordu, ona gittim. ‘Yine öyle olmasın Turan abi, orada iyi bir kariyerim var,’ dedim. ‘Öyle olmaz,’ dedi.”

Böylece Ata Özbay 1969-70 sezonunda İkinci Lig’e düşen Şekerspor’da oynamaya devam etmiş. “Ertesi sezon bizi yine Erdoğan Tokol çalıştırdı. İkinci sene yine gol kralı oldum. Fakat Eşek Turan’la ilişkimiz aynı şekilde devam ediyor. Ara transferde yine PTT, Ankaragücü, Demirspor beni istiyorlar. Fakat kulüp bırakmadı. Takım Tarsus’a gidecekti. Ben bıraktım takımı, çektim geldim İstanbul’a. Turan abi hemen eve geldi. Beni kandırdı, doğru Tarsus’a götürüp oynattı. Ama idman yok, psikolojik olarak bitmişim. Orada dedi ki adamlara, alın görün işte. Sonra bir ara yine hırslandım, golleri atmaya başladım. O arada Erdoğan Tokol bıraktı, Naci Erdem geldi. Sonra bir Sivas deplasmanı oldu, ben hastalandım gitmedim. Orada yenilince, Turan abi dönüşte bavullarını toplayıp İstanbul’a gitti. Fakat sonuçta ben de Şekerspor’dan koptum.”

Şekerspor’da iki sezon forma giyen Ata Özbay’ın futbol hayatı yine farklı bir şehirde devam etmiş. 1970-71 sezonundan itibaren bu kez Kayserispor formasıyla top koşturmaya başlamış. “Rahmetli Mustafa Ertan, Beton Mustafa beni arıyormuş. Bir gün tesadüfen Gençlik Parkı’nda karşılaştık. ‘Ben Kayseri’yi çalıştıracağım, gelir misin?’ diye sordu. Kabul ettim, kalktık Kayseri’ye gittik. İstanbulspor’dan kopup Şekerspor’a gitmem hata ama orayı da bırakıp Kayserispor’a gitmem çok büyük hataydı. Ankara’da saygın bir yerim, çok sayıda arkadaşım vardı, hâlâ da var. Kayseri’de o zamanki şartlar kötüydü. Lojmanda kalıyorsun, dışarıda lokantada yiyorsun. Surun içinde İçkapı denen bir yer var, orada kalıyorduk. İdmanlar haricinde dışarı hiç çıkmıyordum. Yemekleri bile odaya getirtiyordum. 15 gün sonra Mustafa abi bıraktı, ‘Ben burada yapamam,’ dedi. Futbolculardan Uğur Yıldırım sakatlanınca futbolu bırakmıştı, altyapıyı çalıştırıyordu. Geçici olarak o baktı bize. Adana’dan Uğur Gürsoy geldi; bir hafta kaldı, yapamam deyip gitti. Sonra Erdoğan Gürhan geldi, iki ay sonra gitti. Ardından rahmetli Suat Mamat geldi, benim alacağım yüzünden bıraktı. Sonra Naci Özkaya geldi. Oturdum ceza, kalktım ceza, hep ceza. Ankara’ya gidip geliyorum diye. Futbol tarihinde en büyük cezayı ben aldım, 12.500 lira. 1000 lira maaş alıyoruz o zaman. Ben gidiyorum dedim. Böyle yaşanmaması gereken şeyler yaşadık. İki senem geçti Kayseri’de.”

İki senelik mutsuz Kayseri macerasından sonra bir kez daha İstanbul’a dönmüş Ata Özbay. 1972-73 sezonunda, İkinci Lig’de mücadele eden Beykoz’un formasını giymiş. “İstanbul’a dönmek için Beykoz’a geldim. Bir sene Beykoz’da oynadım. İstanbul’a dönmek için geldim ama Beykoz uzak, gidip gelmek bir gün sürüyor kışın. Hocamız Fahrettin Cansever’di. ‘Hocam ben eve gitmem, burada yatacağım,’ dedim. ‘En iyisini yaparsın,’ diye karşılık verdi. Fahrettin Hoca, ben, birkaç futbolcu daha, Beykoz Kundura Fabrikasında bir odada kalıyorduk. Vardiya bittiği zaman biz uyuyoruz, takır tukur sesler var. Adamlar yıkanmaya geliyor takunyalarla. İstanbulspor’dan arkadaşım Arap Hasan (2017’de kaybettiğimiz Hasan Altun) beni gördü. Üçüncü ligdeki Süleymaniye’de oynuyormuş. Ben de oraya gittim. Üç dört sene Süleymaniye’de oynadım. Enteresan yıllardı. Burdur, Afyon, Kütahya gibi takımlar düştü, biz düşmedik. Nasıl bir ahenk, nasıl bir kardeşlik-abilik var. Süleymaniye’de bıraktım futbolu, sonra antrenörlüğe başladım.”

Ata Özbay yaklaşık 20 yıl süren antrenörlük hayatında, futbolculuk döneminin tersine hep İstanbul kulüplerini çalıştırmış. “İkinci Lig’de Galata’yı çalıştırdım. O sezon dördüncü bitirdik. Aralıklarla dokuz on sene Galata’da çalıştım. Kasımpaşa’yı çalıştırdım. Sonra Vefa’ya geldim. İstanbul şampiyonasında oynadık, ikinci olduk. Türkiye şampiyonasına, grup maçlarına gittik. Arkadaşım Hasan Altun Küçükpazar’da yöneticiydi. Onun isteğiyle Küçükpazar’ı çalıştırdım. Şadan (Kalkavan) abinin takımı Haliç’i ikinci amatörden bire çıkardım.” Kulüp yöneticilerinin işine çokça müdahale etmesine kızan Ata Özbay, antrenörlüğü bırakmış. Günlerini halen doğup büyüdüğü semtte, eski mahalle arkadaşlarıyla bir araya gelerek geçiriyor.

13.Nisan.2020

Dinyakos

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir