Aslında ülke sporuna hizmet etmek için şampiyonluklara ihtiyaç olmadığını gösteren güzide takımlardandır İstanbulspor. Ama mevzu şampiyonluk diyorsanız o da var menümüzde. Buyurun…
1994 yılının Mayıs’ı. Çaylak bir futbolsever olarak her 90 dakikayı büyük bir heyecanla takibe aldığım dönem. Radyodan maç keyfi yapan son kuşak olduğumun farkına varmadan kaptırmışım kendimi adını hatırlayamadığım spikerin sesine. Konuk olduğum mücadele, Antalyaspor ile İstanbulspor arasında oynanan 1. Lige yükselme karşılaşması.
Müptedi bir futbol takipçisi olarak 22 kişi arasından tanıdığım iki isim var. Malum olaylar nedeniyle kuşağımın doyamadığı topçular arasında ilk sıralarda yer alan Tanju Çolak, bu isimlerin birincisi. Kendisini az izlemem, bu açığı kapatmak için sıkı bir markaj yapmamama neden olmuş. O sezon devamlı onunla ilgili haberleri takip ediyor, yakalarsam maçlarını izliyorum. O yıllarda Türk futbolunda parya muamelesi görse de, birkaç yıl evvelin kralı olduğu anlatılmış hep bana. Ben de fırsat buldukça izlemişim ‘bitik’
dedikleri gol makinesini. Antalyaspor kalesinde ise genç bir kaleci… Tanju Çolak’tan da büyük bir kariyere sahip olacak bu isim ise Rüştü Reçber. O da tanıdıklardan. Geçirdiği kazadan sonra kendimce takibe almışım onu da; sanki bir yerlere tavsiye edecekmişim gibi! Genç yaşıma rağmen beni nefes nefese bırakan karşılaşmada Tanju Çolak, iki kere ağları havalandırsa da, kazanan Rüştü Reçber oluyor. Antalyaspor 1. Lige çıkarken, Tanju’lu İstanbulspor, anlam veremediğim bir hayal kırıklığı yaşatıyor; özellikle de medyada. İstanbulspor, ilkokul sıralarında sıkıntıdan patlayan bendenizin öğleden sonrasını keyiflendiren bu maçla giriyor hayatıma. Uzun süre çıkmamacasına hem de…
Geçen ayki “Okullu Futbol” sayımıza konuk etmek istedik aslında ‘köklü’ sıfatının bile az kaldığı bu takımı.Neticede 4 Ocak 1926 doğumlu kulüp, İstanbul Erkek Lisesi muallimleri ve talebeleri tarafından kurulmuş.Kemal Halim Gürgen’in çabalarına, okulun müdürü Besim Bey de kulübün ilk başkanı olarak destek vermiş. Talebe ağırlıklı ekip önce 3. Kümeye katılmış, iki sene içerisinde 1. Kümeye yükselmiş. En üst seviyede iki sene üst üste beşinci olan takım, 1931-1932 yılında tarihe geçecek olan başarılara imza atmış. Önce İstanbul Ligi kazanılmış, sonra da İzmir’de yapılan Türkiye Şampiyonası’nda Altınordu’yu yenerek Türkiye şampiyonluğu… İstanbul Ligi ile ilgili bir parantez açmak lazım. Fenerbahçe ve Galatasaray, maç gelirleri ile ilgili istediklerini alamayınca, o sezonki maratona katılmaz. Beşiktaş da yedinci karşılaşmaya kadar dahil olduğu ligden, diğer iki ‘İstanbul Ağası’nın mazeretini ortaya sürerek çekilir. Tabii bunlar üç ağabeyin sorunudur. Bu sorun halen değişik atak organizasyonlarıyla devam ediyor ya neyse; konumuza dönelim.
Bir nevi ‘duble’ yapan İstanbulspor gençleri, oynadıkları futbolla rakiplerinden büyük saygı görürler.Birçoğu çocuk denecek yaşta olan futbolcuların en yaşlısı, Fenerbahçe’de de forma giyen Nihat Sayar’dır (28). Salahattin Almay ve Salahattin Beliren ise, attıkları gollerle başarıda önemli rol oynamıştır.“Salahattin”lerden Salahattin Almay, daha sonra Galatasaray’da da önemli maçlara imza atacak ve ‘İstanbulspor çıkışlı yıldız’ kavramanın öncüsü olacaktır. Özetle İstanbulspor, İstanbul’daki üç büyük tahakkümü yıkmıştır. İzmir dönüşünde Sirkeci’deki büyük karşılama da, İstanbulluların takımlarını ne kadar benimsediğinin delaletidir. İşte bu ‘İstanbul Devrimi’, İstanbulspor’a bu sayıda yer vermemize neden oldu.
Kulüp, takip eden yıllarda ligin kalburüstü takımı olsa da şampiyonluğa ulaşamaz. 1945-1946 sezonunda ise bir alt lige düşse de, bir sene sonra tekrar üst klasmana yükselir. Sarı-siyahlılar, 1. Kümeye yükseldikleri yıl ilginç bir müsabakada da yer almıştır. 47’nin Eylül ayında İstanbul Limanı’na demirleyen Arjantin Okul Gemisi, dostluk maçında İstanbulspor ile karşılaşır. Karşılaşma, İstanbul temsilcisinin 5-0’lık galibiyetiyle sonuçlanır. Daha da güzel olan ise her iki takımın da rakip ülke bayraklarıyla sahaya çıkması olur. O sezon Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan mühim transferler yapan İstanbulspor, ligi altıncı olarak noktalar. 50’li yılların ortalarına kadar da ligdeki durumu istikrarlıdır: Beşincilik ve altıncılık.50’ler her ne kadar şampiyonluk getirmese de, kulüp ve Türk futbol tarihi için önemli isimlere sahne olur.Tıpkı dönemin Ordinaryüs’ü Lefter gibi Adalar’dan yetişen ve Beyoğluspor’da futbol sahnelerine adım atan ve “Penaltı Uzmanı” olarak nam saldığı yeşil sahalarda sarı-siyahtan ayrılmayan Yorgo (Koço) Kasapoğlu ve bir diğer İstanbulspor simgesi Bilge Tarhan, bu yıllarda dahil olurlar takıma. Bu iki isim hala İstanbulspor formasını en çok giyen üç oyuncudan ikisidir. Tabii aynı kuşağın bir diğer yıldızı Yalçın Saner’le bu sıralamayı tamamlamak gerekir. İstanbulspor’un 50’li yıllarda Türk futboluna armağan ettiği bir isim daha vardır ki, top tepmese de iyi tepeni bulmak da uzmandır. Bu isim Ali Mortaş’tır. Takıma antrenör olarak da hizmet veren büyük futbol adamı, “Scout” kavramının Misak-ı Milli sınırlarına ithal edilmeden çok önceki döneminde, bu sistemi fazlaca bireysel olsa da uygulayan isimdir. Kimler geçmemiştir ki onun gözleminden… Yasin Özdenak, Ercan Aktuna, Alpaslan Eratlı, Cemil Turan, Nedim Doğan, Yılmaz Şen ve daha niceleri, onun tedrisatından geçtikten sonra Türk futbolunda ses getirmiştir (Bu oyuncu keşiflerinde 60’ların İstanbul Erkek Lisesi öğretmenlerinden ve kulübün yöneticilerinden Ziya Işıldak, nam-ı diğer “Motor” Ziya’yı da unutmamak lazım). PAF takım olgusunu da kulübe epey yerleştiren Mortaş, 1970’deki ani ölümüyle, İstanbulspor ve Türk futbolunda derin bir boşluk bırakmıştır. 1957-1958 sezonunu üçüncü bitiren İstanbulspor, 1959 kurulan Milli Lig’de de yer alır. 11 Mart 1959’daki Beykoz maçını 2-0 kazanarak profesyonel ligdeki ilk galibiyetini alan ekip, 60’lı yıllar serüvenine başlar.60’ların ilk yarısı pek de iç açıcı geçmez. Ligde istikrarsız giden takım, 1966-1967 sezonunun son maçında Karşıyaka ile golsüz berbere kalır ve küme düşer. 1967-1968 sezonunda 2. Ligde ter döken takım, ligin bitimine beş hafta kala şampiyonluk turu atar. Rakip bir kez daha Karşıyaka’dır! Vuslat gecikmemiştir ve İstanbulspor, tekrar en üst seviyededir. Bu arada yeşil sahada emek veren İstanbulsporlu yıldızlar,eğitimlerine de son sürat devam eder. Zaten hali hazırda kadroda bulunan ‘mühendis’ Bilge Tarhan’a ek olarak; kimya öğrencisi Alpaslan Eratlı, hukuk öğrencisi Günay Yavaş ve eczacılık öğrencisi Türker Gülsoy da ‘okullu’ topçularındandır kulübün. Fakat eğitim alanındaki bu performans, adali performansa yansımaz.
60’ları pek iyi geçiremeyen İstanbulspor, Yeşilçam dramları tadındaki 70’li yıllara girer…
70-71 sezonuna kötü başlayan Alpaslan’lı, Cemil’li, Yorgo’lu İstanbulspor, ligin ikinci yarısında sırasıyla Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’ı mağlup eder. Efsane sol bek Basri Dirimlili önderliğindeki sarı-siyahlıların özellikle lig şampiyonu Galatasaray karşısında aldığı 3-0’lık galibiyet büyük sükse yapar. Sezonu 7. bitiren takım, öteki sezon için daha da umutludur ama beklenen olmaz. 13 Ağustos 1971’de Göztepe ile oynanan Spor Toto Kupası maçında beyin kanaması geçiren Bilge Tarhan’ın yeşil sahalara vedasıyla kötü başlayan 71-72 sezonu, 15.likle sonuçlanır. Bu sonuç, 2. Lig anlamına gelmektedir. İstanbulspor, güçlü kadrosuna Dimitri Pantazi gibi bir yıldızı daha eklemesine rağmen büyük bir hayal kırıklığı ile kapatmıştır sezonu. Sonra da daha büyük çöküşler ardı sıra gelir. İstanbulspor, 1978-1979 sezonu tamamlandığında Mahalli Lige düşmüştür. Dedim ya, 70’ler Yeşilçam dramlarından farksızdır…
Kötü geçen 80’lerin bitişiyle yeni bir dönem başlar köklü kulüp için. Fenerbahçe’nin eski başkanlarından ve Türkiye’yi spor ayakkabıyla tanıştıran adam olarak bilinen Emin Cankurtaran, devreye girmiştir.Cankurtaran, anonim şirkete dönüştürülen İstanbulspor’un %90 hissesini alırken, İstanbul Erkek Lisesi Vakfı da isim, renk ve armanın değiştirilmemesi için hisselerin %10’una sahip olmuştur. Bu oluşumdan sonra üst klasmana tırmanan takım, birkaç sene sonra tamamen farklı bir hüviyete bürünecektir. Cem Uzan’ın yönetimi almasıyla flaş transferler yapan İstanbulspor, radyo günlerimden bir kuple sunduğum karşılaşma ile 1. Ligin kapsından dönse de, takip eden sezon amacına ulaşır. Sonra da ‘gitsin eskiler, gelsin yıldızlar’ politikası tüm şiddetiyle devam eder.
1995-1996 sezonu, ünlü antrenör Leo Beenhakker ile başlar. Kadroda ise 1994 Dünya Kupası’nın gol kralı Salenko ve Hollanda Milli Takımı’nda da forma giyen van Vossen vardır. İstanbulspor, bu flaş sezonda istediğini bulamasa da ‘Yerli Los Galacticos’ planları sona ermez. Özellikle Oğuz Çetin, Aykut Kocaman ,Sergen Yalçın, Salenko, Gerson gibi isimlerle lige gerçek manada renk katan ‘yeni’ İstanbulspor, paranın ,futbola ne gibi kötülükler yapabileceğini hesap edemeyen benim gibi genç futbol aşıklarının takımı olmuştur. Bu yıldızlar arasında bir isme ayrı bir parantez icap eder. Kulüp tarihinin Yorgo Kasapoğlu’ndan sonra en çok gol atan topçusu ‘Kaleci Geçme Ustası’ Saffet Akyüz de, bu takımın ileri ucuna katkı vermektedir. Fakat bu bidayet pek hayırlı bir nihayete varmaz. 2000’li yıllarda küçüldükçe küçülen takım, 2004 yılında Uzan grubu şirketlerine TMSF’nin el koymasıyla uçuruma yuvarlanır.
Alt liglere son sürat inen İstanbulspor, paranın ve siyasetin futbola neler yapabileceğini benim kuşağıma göstermiştir. Keşke Tanju’lu İstanbulspor’u radyodan dinlemek yerine, Yorgo’lu, Alpaslan’lı, Cemil’li İstanbulspor’u bütün hevesimizle takip etseydik, keşke Ali Mortaş’ın gözlemleriyle oluşturulmuş bir 11’e hayranlık duysaydık dedirtir futbol romantiklerine. Aslında İstanbulspor, bir Yeşilçam dersi daha vermiştir bize: “Parayla saadet olmaz!”
İlhan ÖZGEN yazısı Toprak Saha Dergisinden alınmıştır.