İstanbulspor’un efsane dönemine damga vurmuş oyuncularımızdan, İstanbul beyefendisi Konstantinos Sinas ile İnternet üzerinden bir röportaj gerçekleştirdik. Sinas’ın sözleri bizi o dönemin yaşantısına götürdü. Beğenmenizi umuyoruz.
Çocukluk ve gençlik yıllarınız nasıl geçti? Futbol yaşantınız nasıl başladı?
Ben 7 Şubat 1950’de Kurtuluş’ta, Rum asıllı vatandaşların oturduğu bir semtte doğdum. İlkokulu o semtte bitirdim. Ortaokul ve liseyi ise ünlü Fener Rum Lisesi’nde bitirdim. Futbol hayatıma ise öğrenci arkadaşlarımızla Yedikule’de 1965 yılında kurmuş olduğumuz Gençlergücü takımıyla başladım. Bu takımın renkleri kırmızı-siyah idi.
Profesyonel anlamdaki futbol hayatıma giden serüven 1966 yılında Gençlergücü takımımızın Beyoğluspor ile yaptığı bir karşılaşma ile başlar. Bu maçta Beyoğlusporlu idareciler beni izleyerek oyunumu beğenmişler ve ilk lisansımı çıkarmışlardı. O zaman lisansım, bir kapalı tribün kartı bedeli ve 400 TL maaş ile gerçekleşti.
Altyapıda da çalışan Günay Kayalar hocamız, o dönemde Beyoğluspor A takımında antrenör olarak da çalışıyordu. Benim Beyoğluspor’da başlamamdan bir buçuk yıl sonra, 17 yaşımdayken beni A takıma alarak profesyonelliğe geçmemi sağladı. 1972’ye dek Beyoğluspor’da oynadım.
Beyoğluspor mali gerekçelerle futbol şubesini kapatmaya karar vermişti. Başkan, beni bu dönemde Yunanistan Konsolosluğuna götürdü. Zira konsolosun aynı zamanda Selanik’in Aris takımında yönetici olması nedeniyle futbola ilgisi vardı ve tüm maçlarımızı takip ederdi. Konsolos, bana pasaport ve döviz karşılığında “Aris takımına çok iyi bir futbolcu göndereceğim” diyerek teklif yapmıştı. Ben ise o zaman üniversitede öğrenciydim. Babam ben on iki yaşında vefat etmişti ve biraderim de Erzurum’da askerlik yapıyordu. Ailemi bu durumda bırakıp gidemeyeceğim için teklifi reddettim.
Beyoğluspor’dan sonra İstanbulspor yıllarınız başlıyor.
Bir akşam aniden Dimitri Pantazi bir tanıdıkla bizim eve geldiler ve beni İstanbulspor Kulübüne götürdüler. Orada rahmetli büyük başkan Hayri Aydıner ile tanıştırdılar ve İstanbulspor’da başlamamı sağladılar. Transferim 26 bin liraya mal oldu. Bunun 15 bini bonservis, 11 bini ise benim hakkım olan ödemeydi. Bir çek karşılığıyla 11 bin lirayı alıp eve götürdüğümde anneciğim de çok sevinmişti. Benim ilk kez elime bu kadar büyük bir toplu para geçiyordu. 1972’de İstanbulspor’da Güngör Tetik hoca ile çalışmaya başladık.
Gerek İstanbulspor’dan önce ve gerekse İstanbulspor’daki futbol yaşantınız boyunca, İstanbulspor’un nasıl bir görünümü vardı? Halk arasında ilgi ve itibar var mıydı?
İnsanlar İstanbulspor’a saygı duyuyordu.
Biz zaten İstanbulspor’u Kasapoğlu sayesinde bilhassa takip ederdik. Benim şahsen İstanbulspor’a büyük sevgim ve saygım vardı. Sanırım bu herkes için de geçerliydi. Taraftar sayısı olarak da, her maçta ortalama 5 bin kişi toplanıyordu diyebilirim. Bu kitlede kendi taraftarı dışında, üç büyükler dediğimiz kulüplerin taraftarları İstanbulspor’un maçlarına da destek veriyorlardı. Bu özel bir sevgi ve ilgiydi. Aynı desteği diğer kulüplerde, örneğin Karagümrük’te göremezdiniz. İstanbulspor’un bu özel durumu bence lisenin varlığıydı. İnsanlar İstanbulspor’a saygı duyuyordu.
İstanbulspor yıllarınızı nasıl anlatmak istersiniz?
Ben bu beş senede çok agresif ve koşan bir oyuncuydum. Hatta bana makine derlerdi. Kendimi övmek için demiyorum, hocalar takım kurarken 11’i bana göre kurarlardı. Bu beş yıl boyunca neredeyse hemen her maçta ilk 11’de yer aldım.
O yıllarda ilginç bir anı olarak sahada Dimitri ile bazen Rumca konuşurduk. Böylece planlarımız rakiplerce anlaşılmaz ve avantaj sağlardık. Hatta buna bazen Trabzonlu Ergun da katılırdı. Hatta en sonunda buna kaptanımız Asker Mehmet de bazı sözleri öğrenerek katılmıştı. Hücuma kalkarken etimos! (hazırım) derdi. Takım içinde ve dışında çok iyi bir diyalogumuz vardı, tam bir kolej takımıydık. Hayrettin Deniz, Fettah Dindar, Müjdat Karanfilci ve diğerleri… Hepsiyle çok güzel anılarımız var. Birçoğu ile hala görüşürüz ve temasımız vardır.
O dönemin futbol yaşamı farklı mıydı?
Öncelikle hasılatlar tabii o yıllarda düşüktü. İdareciler çoğu zaman ceplerinden harcıyordu. Gerçek bir amatör ruh, forma ve renk aşkı vardı.
O dönemde üniversite bitiren futbolcu Fettah Dindar ile yalnızca ikimizdik
Ben o yıllarda hem İstanbulspor’da oynuyor, hem de İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okuyordum. Hatta o dönemde üniversite bitiren futbolcu Fettah Dindar ile yalnızca ikimizdik. 1975’te bitirdim. Bu süreçte 2 sene Eminönü’nde muhasebecilik yaptım ve bu mesleği orada iyice öğrendim. Ayrıca Taksim’de Ankara Pazarı’nda da muhasebe işi yaptım. Patronlar çok anlayışlı kişilerdi, hem futbolcu olmamı hem de çalışmamı destekliyorlardı. Beni zaten önceden Beyoğluspor’dan beri tanıyorlardı.
İstanbulspor’dan sonraki yaşamınız nasıl biçimlendi?
Biraderim askerliğini bitirmişti ve Beyoğlu’nda bir mağazada çalışıyordu. O esnada 1974’te Kıbrıs gerginliği zirveye ulaşmıştı. Patronları Atina’da bir fabrika açarak oraya taşındıklarında o da onlarla birlikte bu fabrikada çalışmaya gitti. Ben de ailemle birlikte Yunanistan’a, kendi mesleğim olan muhasebeciliği biraderimin şirketinde yapmak üzere taşınmak üzere hazırlıklara başladım.
Kulüp bana bonservisimi, hizmetlerim karşılığında ancak yurtdışına gittiğım için verecekti. Benim de son mukaveleden kalan 10.000 TL’yi kulübe hibe ettim. Rahmetli büyük başkan Hayri Bey’i fabrikasinda ziyaret ederek vedalaşmak ve Allahaısmarladık deyip elini öpmeye gittiğimde (ki o zaman başkan değildi), bana kulübün bir borcu olup olmadığını sordu. Ben de yukarıda hibe ettiğim meblağı söyledim.
Kendi fabrikasının yanında tuğla üretimi yapan bir başka fabrika vardı. Orada bizim aile dostumuz Rum asıllı bir ustabaşı çalışıyordu ve rahmetli ile tanışıyorlardı. Kasım ayında, o kişi de Atina’ya gideceği için, vedalaşmak için Hayri Bey’in bürosuna uğramış. Ve ne oldu bilsen, ağzın açık kalır. Hayri Bey, kulübe hibe ettiğim 10.000 TL’nin karşılığı olan 3.500 Alman markını bana bu aile dostumuz aracılığı ile gönderdi. Ben bunları ömrüm boyu unutamam.
Yunanistan yıllarınız nasıl geçti, nasıl devam ediyor?
Atina’ya taşınınca, beni Patras şehrinde kulüple görüşmeye götürdüler (röportaj notu: Panachaiki Kulübü). Orada idmanlara çıktım. Beğendiler, isteğimi sordular. Ben de o zamana göre makul bir talepte bulundum, o zamanın parasıyla 500.000 Drahmi istemiştim. Yardımcı antrenör bu transfer bedelinin 150.000’ini bana komisyon olarak vereceksin deyince tepem attı. Otobüse bindiğim gibi Atina’ya döndüm. Benim burada top oynamam gibi bir şey olmamalı diye düşünüyordum.
Beyoğlu, İstanbulspor, Pera, oynadığım üç takım da sarı siyahtı. Bu renkler benim aşkım olmuş
1 Ay sonra, amatör takımdaki Pera kulübüne gittim. İdareciyle tanıştırdı arkadaşım. İstanbul’dan da tanıyorlardı. İnanır mısınız, Patra’dan alacağım parayı Pera kulübünden aldım. O parayla, bugün de hala oturmakta bulunduğum semtten 80 metrekareye bir daire aldım.
Buna dikkat: Beyoğlu, İstanbulspor, Pera, oynadığım üç takım da sarı siyahtı. Bu renkler benim aşkım olmuş (gülüyor).
2002 yılına kadar az önce bahsettiğim şirkette çalıştım. Bu işletme kapanınca, başka bir şirkete girdim ve buradan da 2014 yılında emekli oldum. Aynı zamanda çift vatandaş olduğum için Türkiye’deki çalışmalarım neticesinde sigorta primlerimi de karşıladım ve her iki ülkede de emekli oldum. Senede üç kez düzenli olarak Türkiye’ye gidip gelirim. Yalnızca arkadaşlarım değil, aile fertlerim de İstanbul’da. Mezarlıkta, aile fertlerimi fırsat buldukça ziyaret ediyorum. Türkiye haberlerini mutlaka izlerim, hatta Yunanistan haberlerinden daha çok takip ederim.
Pandemiden önce, en son geçen sene Ekim ayında oradaydım Tüm arkadaşlarla Esenyurt’ta Bursaspor maçı için buluşmuştuk. Vural Hocamızla da görüşmüştük… Yine de o yıllardaki Vefa stadındaki o kitleyi göremedim diyebilirim. Biraz daha farklı geldi. Tabii protokol tribününde olduğumuz için net görememiş de olabilirim.
Bu güzel röportaj için size teşekkür ederiz. Değerli sporcularımızı unutmamaya, onların anılarını tarihe not olarak kaydetmeye devam edeceğiz. Son olarak taraftara ve camiaya bir mesajınız var mı?
Ben bunca zaman geçmesine rağmen İstanbulspor’daki bağı, arkadaşlığı, sevgi ve saygıyı hiçbir yerde yaşamadım. Benim için çok özeldir. Hatta şu an seninle bu röportajı yaparken duygularımdan ağlayasım geliyor.
Tüm arkadaşlarıma ve İstanbulsporlulara selamımı söylüyorum. Kendilerine dikkat etsinler. COVID-19 belası geçsin ve onlarla buluşmayı diliyorum.
Selam sana güzel arkadaşım, sevgiler
Bende sahsen Kostantinos Sinasi yedikuleden taniyan bir kimse olarak soyleyecek laf bulamiyorum hakikaten yorulmayan caliskan efendi gentelmen her zaman gulumsiyen bir insan kulu olarak bilirim Allah tutugunu altin etsin .