Altmışlı yılların İstanbulspor’u, her biri mevkilerinin en iyi isimleri olan futbolculardan oluşuyordu. Bu yıldızlar topluluğunun zirveye oynayamamasının başlıca sebebi, büyük bir taraftar kitlesinden yoksun olmasıydı. Zaten sarı-siyahlı formayla parlayan birçok futbolcu, kısa sürede “Üç Büyükler” tarafından kapılıyordu. İstanbulspor’un güzel futboluyla, büyük takımların taraftarlarınca da sevildiği o yıllarda, en uzun süre formasını giyen isimlerin başında Yalçın Saner geliyordu. Bir yıllık Mersin İdman Yurdu serüveni haricinde 11 sezon sarı-siyahlı takımda top koşturan Saner, Türk futbolunda hücuma çıkan modern sol beklerin ilk ve en başarılı örneklerinden biriydi. Her zaman şık giyinmesi ve dış görünümüne özen göstermesi yüzünden, futbol camiasında “Artist Yalçın” lakabıyla tanınan Saner’le yaptığımız söyleşiye çocukluk yıllarıyla başlıyoruz.
“1938 doğumluyum. Annem babam İzmirli, ben İstanbul’da doğmuşum. Babamın ufak çaplı bir çorap imalathanesi vardı. Gelince önce Sultanahmet’e yerleşmişler. Ben beş yaşındayken Beylerbeyi’ne taşındık. Çocukluğum ve gençliğim orada geçti. Top oynamaya orada başladım. Çayırdan çıkmazdık. Sabri Kiraz keşfetti beni, Beylerbeyi genç takımına aldı. Bir müddet sonra A takımına geçtim. Birol’la (Pekel) beraber oynadık. Hilmi Ok da vardı. Bir sene beraber oynadık. Sonra bizim antrenörümüz oldu. Sağ ayağım zayıf diye beni her sabah çalıştırıyordu. Sabah beş buçukta kapıyı çalıyordu. O zaman Beylerbeyi Stadı yapılmıştı. Orada iki saat boyunca çalıştırırdı beni. Sabahattin Erman’ın ailesinin eviyle bizim evimiz karşı karşıyaydı. Onun kardeşi, Beşiktaş’ta oynayan Metin Erman ile komşuyduk. Babaları Ruşen abi de Beylerbeyi takımının idarecisiydi. Bizim evlerin olduğu yere Boğaz Köprüsünün ayağı yerleşti.” O yıllarda futbol oynayan herkese yönelttiğimiz gibi, Yalçın Saner’e, “Baban top oynamana kızar mıydı?” diye sorduğumuzda gülerek cevaplıyor: “Çok kızardı, sonra alıştı tabii. Hele annem antrenmana gelir, kulağımdan çekerek çıkartırdı. Arkadaşlarıma rezil oluyordum! Sonra parmaklıklar yapıldı Beylerbeyi Stadı’nda. Hilmi abi başımızda tur atıyoruz. Bir bakıyorum annem oradan, ‘Ben seni akşam babana söyleyeceğim,’ diye parmağını sallıyor!” Bu sırada Yalçın Saner, eski fotoğrafların arasından bir tanesini çekip uzatıyor. Ellili yılların sonunda Beşiktaş genç takımına ait bu fotoğrafta kendisini gösterip anlatıyor: “Kısa bir süre de Beşiktaş’ın genç takımında oynadım. Seba beni beğenmedi, almadı. Yoksa Beşiktaş’a gidecektim. Genç takıma o bakıyordu herhalde. Bir hazırlık maçında oynadık, beğenmedi beni. Sonra İstanbulsporlu oldum. Hasta Beşiktaşlıydım. Ben Şükrü Gülesin hastasıydım. Çok güzel orta yapardı.”
Beşiktaşlı olmayı hedeflerken nasıl İstanbulsporlu olduğunu şöyle anlatıyor Yalçın Saner: “Sonra Ali Sohtorik bir maçımı seyretmiş. İstanbulspor’un bizimle hazırlık maçı vardı. Bizde Mustafa diye bir çocuk vardı Çengelköylü, çok iyi oynuyordu. Aslında onu seyretmeye gelmişlerdi. Hazırlık maçında beni beğendiler. Mustafa’yı da beğendiler, ikimizi aldılar. Ali Sohtorik ile Nirun Şahingiray gelmişti maça. O şekilde İstanbulspor maceramız başladı.” Böylece 1960-61 sezonunda İstanbulspor’a katılan Saner, o sezonun kadrosundaki isimleri şöyle hatırlıyor: “Ben geldiğimde kalede Sabih abi vardı. Sağ bek, sol bek Yüksel vardı. Erdoğan Tokol, İhsan abi, Kenan abi vardı. Ben Beylerbeyi’nde sol bek olarak başladım. Sonra bir müddet sol açık olarak oynadım. İstanbulspor’da oynarken yine sol beke geçtim. Yüksel vardı, Dayı Yüksel – sol açıktan sol beke geçmiş. Ben gelince sol bek oynattılar, onu tekrar sol açığa aldılar.”
İlk sezonunda fazla forma şansı bulamayan Saner, ikinci sezondan itibaren sol bek mevkisinin değişmez ismi olmuş. Bu arada zamanla kadroya gelecekte Türk futbolunun yıldızları olacak yeni isimler katılmış. Takım arkadaşlarını, kulüp yöneticilerini bir solukta anlatıyor. Biz de araya girmeden dinliyoruz: “O takım çok değişti sonra. Kalede Yılmaz, bekler Bahattin, Yalçın oldu. Haf hattında Yılmaz, Ercan, Yıldırım vardı. Sonra onlar gidince Türker, Yıldırım, Bülent oldu haf hattı. Uzun seneler böyle oynadık. Kasapoğlu sağ açık, İbrahim santrfor, Bilge, İhsan, Yüksel sol açığa aldılar. Böyle bir forvet hattı vardı. Aydemir abi benim geldiğim sene bırakmıştı, sonra antrenörümüz oldu. Çok severdim kendisini, bana çok emeği geçti. İhsan abi kaptanımızdı, o bıraktıktan sonra Kasapoğlu kaptan oldu. Çok iyi bir kadroydu. Yılmaz Şen’i bir gün Şeref Stadı’na antrenmana getirdiler. Cılız bir adam, sıskacık. Eşek Turan vardı bizim menajer, her seyahate götürürdü kilo alsın, yemek yesin diye. Ama sonra muazzam bir futbolcu oldu. Nazım, Ender Konca, kaleci Yılmaz, Yasin ve Gökmen – hepsini Ali Mortaş getirdi. Daha isimlerini unuttuğum bir sürü futbolcuyu o buldu. Çok şeker, son derece babacan bir adamdı. Tam İstanbulsporluydu. Bütün parasını, pulunu, her şeyini İstanbulspor için harcıyordu. Halı işi yapıyordu, varlıklıydı. Hasta bir İstanbulsporluydu. Çok güzel adamlar vardı. Çok güzel insanlar geldi geçti İstanbulspor’dan.”
“İdarecilerden başımızda Nirun Şahingiray vardı. Reisimiz Ali Sohtorik’ti. Çok babacan ama otoriter bir tipi vardı. Yanına çekinerek girerdik. Aziz Orhon’u çok severdik. Maçlara bizimle gelirdi, deplasmanlara. Otobüslerde beraber yolculuk yapardık. Red Kit hastasıydı. Lütfü Bornovalı vardı. Başımızda menajerimiz Turan abi vardı, her şeye o koştururdu. Paraya sıkıştık mı ona giderdik. İlk maaşım 105 liraydı. Seyircimiz yoktu, 20 tane okuldan adam gelirdi. Biz Fener, Beşiktaş’la oynadık mı iyi para kazanırdık kulüp olarak. Vefa-İstanbulspor veya Feriköy-İstanbulspor maçında çok seyirci olmazdı. İstanbulspor’un fazla parası yoktu. Hep onun bunun yardımıyla ayakta kalıyordu. İdarecilerin desteğiyle, biz sporcuların kanaatkârlığıyla iş gidiyordu. Öyle fazla parayla, pulla ilişkimiz yoktu. Çok büyük bir ruhumuz vardı, İstanbulspor ruhu. Hiçbir takımda bir daha öyle ruh olacağını düşünmüyorum. Ve müthiş bir özveriyle oynuyorduk o takım için hiç para pul düşünmeden. Kaynaşmış bir kulüptük, birbirini sayan, seven. Pirim hiç konuşmazdık ne alacağız diye. Çok, çok güzel bir kulüptü İstanbulspor, hâlâ da çok güzel bir kulüp bence.”
“İstanbulspor’da oynayanların çoğu yüksek okulda okuyordu. Bilge mühendis, Günay avukattı. Arif vardı sağ açık oynayan, diş hekimliğinde okuyordu. Türker eczacı oldu. Ben yüksek ticarette okuyordum, Bülent İzmir’de okuyordu. İhsan abi de çok eğitimliydi, sigortacılık yaptı. İbrahim ne santrfordu. İlk defa onda gördük, topu göğsüyle alır, döner vururdu. Çok güzel göğüs stopu yapardı. Cemil Turan Türkiye’ye gelmiş geçmiş en iyi üç-beş futbolcudan biridir bana göre. Artık yeni bir Cemil Turan’ın gelmesine imkan ve ihtimal yok. O kadar muhteşem bir futbolcuydu, tek başına bir takımdı. O kalın bileklerle çok süratliydi, yüz metreci gibi koşardı, çalım, şut – hepsi vardı. Bizim kaç maçımızı aldı tek başına. Boncuk Ahmet Cemil’i Cemil yapan adamdır. Ufacık biriydi ama kocaman bir beyni vardı. Sol iç oynardı, forvetin arkasında. Ahmet Şahin Kuzguncukludur, Ercan’la beraber. Benden bir sene önce İstanbulspor’a gelmişti. Gamsız bir adamdı ama çok iyi bir forvetti.”
Kendi mevkisinin en beğendiği futbolcusunu sorduğumuzda hiç düşünmeden cevap veriyor: “Benim henüz top oynamadığım, seyirci olduğum zamanlarda gördüğüm en iyi sol bek Beşiktaşlı Kambur Ahmet’ti. Onun kadar muhteşem, kaliteli bir sol bek bir daha görmedim. Bir de Beşiktaş’ın Eşref, Ali İhsan, Nusret’ten oluşan haf hattı gibi bir hat hayatımda görmedim. Ben Eşref’i seyretmek için sabah Beylerbeyi’nden çıkardım, Dolmabahçe’de kuyruğa girerdim.” Söz Beşiktaş’tan açılınca, ileriye çıkıp forvet elemanlarına gollük ortalar yapmasında hayranı olduğu Şükrü Gülesin’in etkisini soruyoruz. Hayır diye cevaplayıp açıklıyor: “İleri kadar gidip orta yapmaya beni Aydemir abi teşvik ediyordu. Git ama yerine dön diyordu. Her maçta sekiz-on tane gollük orta yapıyordum. Ben sol bekten çok ileri giderdim. Çok süratliydim. Türkiye’de iki tane süratli bek vardı. Bir tanesi Şükrü Birand, diğeri de ben. O devirde o kadar süratli başka biri olduğunu zannetmiyorum. Fakat Şükrü benden daha süratliydi. Biz Ümit Milli Takımla Cezayir’e maça gittik, Cihat Arman antrenörümüzdü. Cihat abi, ‘Hadi bakalım, şimdi kimin süratli olduğunu anlayacağız,’ dedi. Ben bir tarafta, Şükrü öbür tarafta, kale direğine vurup geleceğiz. Hava bayağı sıcak. Şükrü beni bir iki karış mesafeyle geçti.”
Unutamadığı maçları da şöyle anlatıyor Yalçın Saner: “En çok aklımda kalan maçlardan biri Galatasaray’ı 3-0 yendiğimiz maç. Benim soldan ortalayıp Alpaslan’ın kafayla gol attığı maç. Bir maç daha var 3-1 biten. Yine ben sol bekten bütün Galatasaraylıları çalımlayıp gittim, Yasin’in sağından bir gol attım. O da unutamadığım bir maçtır. Bir de bir Ankaragücü maçında ben o kadar üşüdüm ki, ayaklarım dondu. Ankaragücü’nün bir sahası vardı. Kar yağıyor, yerler buz. Üzerimizde incecik formalar. Ayağımda Dinyakos ayakkabılar vardı. Hakem düdük çaldı. Ben maç bitti diye soyunma odasına gittim. Meğer 10 dakika varmış. Malzemeci Muzaffer abi, ‘Ne işin var burada?’ diye sordu. Ben maç bitti deyince, ‘Görmüyor musun, oynuyorlar,’ dedi. Ben tekrar sahaya döndüm. O kadar üşümüşüm ki, içeriye kaçmışım. Çok matrak bir olaydı, epey konuşuldu bu hadise.” Sevdiği antrenörleri sorduğumuzda, “Hocalar arasında en çok hatırladığım Ziya Taner,” deyip devam ediyor: “Ona tapardık. O kadar muhteşem bir adamdı karakter olarak. Onun için çıkar oynardık. Çok iyi bir insandı Ziya abi. Onunla çok uzun seneler çalıştık. Emsalsiz bir antrenördü. Çok iyi bilirdi bu işi. Çok akıllıydı. Onun zamanında çok başarılar elde etti İstanbulspor. Üçüncü, dördüncü olduk, büyükleri yendik.”
İstanbulspor’da en uzun forma giyen oyunculardan biri olan Yalçın Saner, sadece bir yıl, 1967-68 sezonunda Mersin İdman Yurdu’nda oynamış ve ertesi sene dönmüş. “Düştüğümüz sene ben Mersin İdman Yurdu’na gittim. Mersin İdman Yurdu Birinci Lige ilk çıktığı sene beni aldılar. Lefter çıkartmış onları. Gittiğimde antrenörümüz Cihat abiydi – Cihat Arman. Çok güzel bir senemiz geçti ama çok sıkıldım çünkü burada Mustafa’yla birlikte mağazamız vardı. Altınordu’dan İstanbulspor’a gelen Mustafa Bozkurt’la birlikte, Anabala Pasajı’nın girişinde bir mağaza açmıştık. Emek Sineması’nın sokağındaydı. Orada Amerikan pazarımız vardı. Bütün İstanbul, oyuncular, Metin-Nevra Serezli, Salih Güney, Kartal Tibet, Kuzey Vargın – kimi ararsan bizim dükkandaydı. Ertesi sezon Turgay Şeren antrenörlük yapacaktı. Bana telefon etti, ‘Hatırım için bir sene daha kalır mısın Mersin’de?’ diye sordu. ‘Kusura bakma Turgay abi, kalamam,’ dedim. Şimdi Mersin çok güzel oldu ama 60 sene evvel köy gibiydi. Şehir kenarında, Pozcu’da bir otelde kalıyorduk. Benle beraber Kadri Aytaç’ı, Ankaragücü’nden Yunus’u almışlardı. Galatasaray’dan Tarık da gelmişti. İstanbulspor’dan Ali vardı. Osman henüz Mersin’de oynuyordu. Çok iyi bir golcüydü. İstanbulsporlu yöneticiler Mersin’den 55 bin lira aldılar. O parayla o sene bütün transferi hallettiler. Tekrar çıktılar bir sene sonra. Müthiş bir planlamaydı o. Bir sene sonra o paranın bir kısmını geri verdik. Beni aldılar tekrar. ‘Ben para istemiyorum, benim için bir miktar para verin, ben dört beş sene daha oynarım,’ dedim. Ben de Mersin’den 95 bin lira para almıştım. O zaman o parayla iki tane ev alınabilirdi. Ben ev almadım gerçi ama bir kısmını mağaza için harcadım, bir kısmıyla da yurt dışına seyahatlere gittim. Şimdi düşünüyorum da iyi yapmışım.”
Yalçın Saner, oynadığı yıllarda Türkiye’nin en iyi sol beklerinden biri olmasına rağmen ikisi A, üçü Ümit olmak üzere toplam beş kez milli formayı giyebilmiş. Bu konuda şunları söylüyor: “Evvela A milli oldum, sonra Ümit milli oldum. İlk milli maçımı Poznan’da oynadık, Polonya ile 0-0 berabere kaldık. Lefter’in 50’nci kez milli formayı giydiği maç Ankara’da oynanmıştı. Kaptan olarak Turgay Şeren koridordaydı. Tam sahaya çıkarken dönüp, ‘Bir dakika çocuklar. Bu maçta kaptanlık bana yakışmaz, Lefterciğim sana veriyorum,’ dedi. Pazubandı çıkarıp onun koluna taktı. O jest çok hoşumuza gitmişti. A Milli Takımda fazla oynayamadım çünkü İstanbulspor’dan adam çağrılması pek olacak iş değildi. Hep Fener, Galatasaray, Beşiktaş – İstanbulspor’dan da bir sene bir tek ben çağrıldım. Seyreden yok ki İstanbulspor’u.”
Altmışlı ve yetmişli yıllar, transfer döneminde futbolcu kaçırma olaylarının sık yaşandığı bir dönemdi. Yalçın Saner de başından geçen bir kaçırılma hadisesini şöyle anlatıyor: “Fenerbahçeli Abdullah’la Ümit takımında beraber oynuyorduk. Cezayir’den döndük. Bizim kolumuza girdiler. ‘Rüçhan Adlı sizi bekliyor,’ dediler, Galatasaray’ın idarecisi. Abdullah’la ikimizi apar topar bir Mercedes’e bindirdiler. Önde şoför oturuyor. Bizi kaçırıyorlar. Çemberlitaş’ta Piyer Loti oteline kapattılar bizi. Orada biz Abdullah’la bir hafta yiyip içtik. Sonra Ali Sohtorik, ‘Bırakın yoksa kulübü başınıza yıkarım,’ demiş. Bizi bıraktılar. O macera öyle bitti, biz yine İstanbulspor’da devam. Sohtorik çok baba adamdı, çok ağırlığı vardı. Soyunma odasında hiç görmedim. O zaman lokalimiz İstiklal Caddesi’nde Mısır Apartmanı’ndaydı. Maçlardan önce orada yemek yerdik. Bonfile ve komposto, hiç değişmezdi. Orada hep onu görürdük. ‘Yalçın bugün iyi oynayacaksın, Bilge bugün seni göreceğim,’ derdi. Bizim de kalbimiz atardı ya oynayamazsak diye.”
Yalçın Saner’in ikinci İstanbulspor dönemi dört sezon sürmüş. Sarı-siyahlı takım 1971-72 sezonunda bir kez daha Türkiye Birinci Ligi’ne veda ederken o da profesyonel futbolculuğu bırakmış. Ertesi yıl amatör bir takımda oynamaya devam etmiş ama bunun da sonu pek hayırlı bitmemiş. Zamanında belki büyük üzüntüye sebep olan bu olayı, aradan yıllar geçtikten sonra gülerek hatırlıyor. “Rahmetli Erdoğan Şenay çok iyi arkadaşımdı, Çapa kulübünün başkanıydı. Beni Çapa’ya aldı. Dünyanın en bonkör, en altın kalpli adamıydı. Sporu bıraktım artık dedim ama o, ‘Gel, bir sene oyna’ deyince gittim. Fenerbahçeli Arda da vardı. Böylece amatör olarak bir sene Çapa’da oynadım. Antrenörümüz de Selahattin Torkal’dı. İstanbul şampiyonu olduk. Fenerbahçe Stadı’nda Tophane Tayfun’la oynadığımız şampiyonluk maçını 1-0 kazandık. Haftaymda rakip futbolcular soyunma odasını bastılar. Bize kötü bir dayak attılar. Burnum filan kırılmıştı. Erdoğan abi, ‘Sen ikinci yarıya çıkma,’ dedi. Futbol hayatım o şekilde noktalandı!”
Henüz oynadığı yıllarda Beyoğlu’nda mağaza açarak iş hayatına atılan Yalçın Saner, futbolu bıraktıktan sonra işini büyütmüş ve tekstil sektöründe faaliyet göstermiş. “Merter’de tekstil fabrikam vardı, yurt dışındaki büyük bir firmaya imalat yapıyordum. Yaklaşık 10 sene çevremle hiç ilgilenemedim. Sonra kendileri burada ofis açtılar. Ben de yavaş yavaş işi tasfiye ettim.” Fabrikayı kapattıktan sonra ilk işine dönmüş Yalçın Saner ve bu kez Etiler’de bir butik açmış. Halen her gün bu mağazada çalışmaya devam ediyor ve fırsat buldukça İstanbulsporlu takım arkadaşlarıyla buluşuyor.
30 Eylül 2022