2001 Senesi Aykut Kocaman Röportajı

4 Ekim 2001’ de Murat Kosava’nın Aykut Kocaman ile NTV için yaptığı röportajı sizin için tekrarlıyoruz.

Murat Kosova: İyi akşamlar. Futbol Net’e hoşgeldiniz. Aykut’a ilk sorumuz attığı gollerle ilgili. 200 gol. Özel bir anlamı var mı 200 gol atmış olmanın? Ya da “200 gol attım, artık yeter” diye mi düşündün?
Aykut Kocaman: O hayatımdaki en ilginç olaylardan bir tanesiydi. Benim son bir yılım, antrenör-futbolcu bir pozisyonda geçti, sakatlığım da sürüyordu. Eşimle de konuşmuştum bunu hatta, ona da “200 gol attıktan sonra bırakacağım” diyordum. Ama antrenör oldum ve daha az oynamaya başladım.
Bir gün “O kadar çaba gösterdim, ama olmadı, yapamadık” diye düşündüm. Trabzonspor maçına çıktık, mutlak kazanmamız gereken bir maçtı. 1-0 mağlup duruma düştük. İkinci devre oyuna girdim ben, ayağım ağırıyordu, hakikaten ayağım ağırıyordu.

Fakat inanılmaz goller geldi…
Girdim, önce 1-1 yaptık, sonra 2-1 yaptık durumu… Sonra Güven karşı karşıya attı, bir tane gol de ben attım, 3-1 oldu… Bir tane daha attım sonra 4-1, bir tane daha attım sonra 92’inci dakikada bir tane daha attım.

O zaman aklına geldi mi 200 olduğu…
Sonradan geldi aklıma. O anda gelmedi aklıma, o kadar kritik pozisyondayız ki, küme düşme hattındayız. İnanılmaz birşeydi. Maçtan sonra 200’üncü golün olduğunu düşününce katmerli bir sevinç oldu. Ondan sonra zaten gol atma olasılığım da pek fazla yoktu, oynamadım da, bir Adanaspor maçında oynadım, bir de Galatasaray maçında son 15 dakika.

Peki oyuncu-menajer olduğunuzda neler değişiyor? Neler iyi, neler kötü? Örneğin oyuna girerken “Ben gireyim” falan mı oluyor…?
Çok ilginç bir şey, Trabzon maçı öyleydi, arkadaşlarla beraber soyunma odasındayız, futbolcu arkadaşlarım, hem de bir taraftan bir antrenör pozisyonunda, bir çalıştırıcı pozisyonundasın. Soyunma odasına girdik, 1-0 mağlubuz, ne söylediğimi hatırlamıyorum, söylemem gereken birşeyler vardı, birşeyler söylendi falan filan..
Oyunun da başlamasına artık 5 dakika falan var, eşofmanlarımlayım, “Ben oyuna giriyorum” dedim, üstümü çıkardığımı hatırlıyorum sadece. Ondan sonra “Ben ısınmaya gidiyorum, siz gelirsiniz” dedim, çıktım ısınmaya gittim. Hakikaten çok ilginçti. Bir rüya gibi oldu, aslında bir kabus gibi olacaktı…

Geçen yıl Metin Türel’le beraberdiniz…
Geçen yıl kümede kaldıktan sonra ben antrenörlük tarafına geçtim. Büyük katkısı oldu Metin Türel’in, her zaman her yerde söyleyebilirim ve inkar edecek durumum yok, çok büyük katkıları oldu. Türk futbolunun önemli isimlerinden bir tanesidir Metin Türel. Belki başka bir insanla çalışsaydım bu kadar bana katkısı olabileceği konusunda çok açıkçası şey değilim…

“TECRÜBELİ GENÇ KAYNAŞMASI”
Peki İstanbulspor’un başarısı, püf noktası nedir? 90 dakika takımın bütününde müthiş bir konsantrasyon var. Bunu nasıl sağlıyorsun?
Takımın geneline bakıldığı zaman, uzun yıllar Türkiye liginde oynamış tecrübeli oyuncular var; bunun yanısıra 5-6 tane de çok genç oyuncu var. Böyle bir karışıma sahip takım. Biz takım olgusunu hep öne çıkarmaya çalıştık.
Özellikle tecrübeli oyuncular bu konuda çok büyük katkı sağladılar, ön ayak oldular. Gençler de bir yerlere gelmeyi istiyorlar, Süper Lig’de oynamak önemli onlar için. Onların da katılımıyla, maçlara maç anında konsantre olabilen değil ama, maçtan birkaç gün evvelden bu konsantrasyonu yakalayabilen ve bunu maçta da sürdürebilen bir takım haline geldi İstanbulspor.

Geleceğe dönük konuşmalarımızda da, bu konsantrasyonumuzu ve bütünlüğümüzü korumamız gerektiği konusunda hemfikiriz. İnanıyorum bunu sürdüreceğimize.

BÜYÜK TAKIMLA OYNAMAK…
Peki hep konuşulan bir konu daha vardır. “Büyük takımlara karşı oynamak, konsantrasyon kolaylığı sağlar” denir; diğer maçlarda da aynı konsantrasyonu sürdürebilecek misiniz?
Fenerbahçe maçını kazandıktan sonra o bütünlükle, Gençlerbirliği maçında aynı şeyi ortaya koyamayabilirdik. Çünkü Fener maçını kazandıktan sonra bizim gibi takımlarda bir boşalma oluyor. Yani, tabiri caizse, havaya girme pozisyonu oluşabiliyor. Ancak Gençlerbirliği maçında bunun olmayacağını kanıtladık, gösterdik.

Beşiktaş maçından sonra Trabzonspor maçı vardı, o önemli değildi ama Trabzonspor ve Beşiktaş arka arkaya galibiyetinden sonra Bursaspor maçında yine bu boşalma olabilirdi….

Takımın konsantrasyonu iyi, gücü iyi, pozitif futbol anlayışına sahip. Yani çok az gol atıyor olmamız ya da çok az gol yiyor olmamız bu düşüncemi değiştirmeyecek. Bizim düşüncemiz iyi futbol oynamak, pozitif futbol oynamak. Yani tamamen savunma anlayışıyla çıkmıyoruz. O nedenle önümüzdeki haftalarda bundan daha iyi oyunlar ortaya koyabiliriz ancak bu kadar iyi sonuçlar alamayabiliriz, sonuçlara destekli olmayabilir. Bunu da bir tarafa koymak lazım.

Ankaragücü örneğin, çok iyi futbol oynuyor ama iyi oynarken iyi sonuçlar gelmeyebiliyor, futbolun doğası bu. Biz şu anda iyi oynuyoruz, iyi mücadele ediyoruz. Bunun sonucunda da iyi sonuçlar da alıyoruz, iyi sonuçlar da destekliyor bizi.

“LİG DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDEN ÇOK DAHA UZUN”
Kadronun eksikleri neler peki? Lig uzun bir maraton, çok kritik bir adam sakatlanabilir…
Şimdi bu “Lig çok uzun maraton” hepimizdeki klişelerden bir tanesi.. Klasikleşmiş sözlerden bir tanesi.. Ancak ilk 7 hafta aslında, ligin bizim umduğumuzdan, beklediğimizden, düşündüğümüzden çok daha uzun bir maraton olduğunu gösterdi. Yani 7 hafta hep bıçak sırtında, zorlaya zorlaya geldik buraya kadar; başardıkça hedef de büyümeye başlıyor, beklentiler artmaya başlıyor.

Bu tabii ki ben başta olmak üzere, İstanbulspor takımını oluşturan bütün bireyleri, beklentilerin ağırlığı nedeniyle biraz sıkıntıya sokacak. Dolayısıyla ondan sonra işte kadro sıkıntısı, kadro darlığı ya da başka şeyler de ortaya çıkacak. Şu an için ben yeterli olduklarını düşünüyorum.

”FAİRPLAY HER ŞEYDEN ÖNEMLİ”
……Yıl 1996, mayıs ayı, Trabzonspor maçı ve sevgili Levent Özçelik’in yaptığı bir röportaj sonrası, Alpay’la beraber fairplay konseyi sizi ödüle layık gördü. Hayatınızda büyük bir dönüm noktalarından biri, sonuçları belki çok konuşuldu, konuşulacak. Ama unutulmaz bir röportajdı. O andaki hislerini şimdi tekrar yaşadığını görüyorum Aykut..
Tabii, şimdi de aynı şeyleri düşünüyorum, futbol ortamımızın o günlerden daha da ileriye gittiğini düşünüyorum, ama kötü anlamda. Sahaya çıkan her oyuncu kazanmak ister. Ama kazanır, ama kazanamaz. Çünkü sonuçta futbolda tamamen kendi kendinle yarışmıyorsun, rakip var, saha şartları var, seyirci şartları var, pek çok şartla, koşulla mücadele ediyorsun ve sonuçta ya kazanıyorsun ya kaybediyorsun. Ne kazananlar kahraman futbolda, ne kaybedenler hain.

Biz futbolcuyuz, işimizi en iyi şekilde yapmak isteyen insanlarız, benim ifade etmek istediğim şey buydu. O günkü şartlarda özellikle futbol ortamı son derece terörize haldeydi. Bunları söylemek hoş değil ama bugün de böyle, maalesef böyle… Ben sadece bunu vurgulamak amacındaydım. O günkü konuşmayı yapmamın nedeni, Trabzon seyircisiydi. Trabzon seyircisi o gün bizi maçtan sonra alkışladı.

İki gün boyunca Rize’ye giderken ve dönerken, eline geçirdiği her şeyi otobüse atan seyirci, maçtan sonra sahada iyi performans göstermese de iyi mücadele eden, sonuçta bir şekilde maçı kazanan ve belki yanlış bir tabir ama en büyük düşmanı olarak gördüğü takımın oyuncularını sahada alkışladı. Maçtan sonra arkadaşlarımıza da böyle söylemiştik.

Dedik ki; “Kimse lütfen kırıcı olmasın, özellikle oyuncular hakkında, şehir halkı hakkında, Trabzon taraftarı hakkında kırıcı olmasın”. Çünkü maçtan sonra bu insanlar bizi alkışladılar sonuçta. O gün sonuçta gol attığım için mikrofon bana uzatıldı, ben konuştum ve bu duygularla onu ifade etmeye çalıştım. Sonra başta türlü sapkın düşüncelerle, başka türlü yönlendirildi. Ama bu düşüncelerime hala sahibim.

“SEYİRCİ İNANILMAZ BİR GÜÇ VERİR”
Sen seyirciyi arkasında hisseden, belki de benim seyrettiğim kadarıyla seyircisiyle bütünlüğü sağlamış en önemli oyunculardan birisisin. Fenerbahçe seyircisiyle senin yaşadığın ilişkiyi dışardan gözleyen biri için inanılmaz boyutlara vardığı, hatta İstanbulspor’un kadrosundayken bile Fener seyircisiyle yaşadıklarını bilerek söylüyorum bunu. Şimdi İstanbulspor seyircisi için neler söyleyeceksin? Yani o boşluğu hissediyor musun?
Özellikle transfer olduktan sonraki bir iki senelik periyotta büyük bir sıkıntı oluyor, boşluk oluyor, yerini kolay kolay dolduramıyorsunuz. Sahaya çıkıyorsunuz yıllarca dolu tiribünlere, coşkulu tribünlere, özellikle coşkulu ve dolu tiribünlere karşı oynamışsınız ki, bir oyuncu için performansının gelişmesindeki en büyük katkılardan bir tanesi de bu. Çünkü koşamayacağınızı düşündüğünüz yerde koşmak zorundasınız artık; çünkü iten bir güç var arkanda.

İstanbulspor’da bunun sıkıntısını yaşadık. Ancak artık attık. Yani kişisel olarak ben de attım bu sıkıntıyı üzerimden. Mutlulukla görüyorum ki oyuncu grubu da çok fazla şey yapmıyor bunu, dert etmiyor. Özellikle performans açısından… Ancak üstüne basarak söylüyorum, benim için de futbolcu grubu için de, İstanbulspor’u oluşturan ya da genel futbolcu grubu içinde seyirci inanılmaz bir coşku veren güç.

“FUTBOL TAKIM OYUNU”
Futbol oynarken tarzın son derece teknik ve seyir açısından çok iyiydi. İstanbulspor’sa daha fiziğe dayalı düz ve disiplinli bir futbol oynuyor. Bu futbol yapısına oyun tarzını hatırlatan, göze hoşgelen, yaratıcı, araştırıcı bir futbol yapısını monte edebilecek misin? (Telefonla programa katılan Gülhan Yalçın’ın sorusu)
Ben futbolun iki ayağı olduğunu düşünüyorum, hep onu söylüyorum üstüne basarak. Futbol, sadece atak oyunu değil, futbol sadece saha oyunu da değil. Futbol atakla savunmanın iç içe geçtiği, gerektiği zaman iyi savunma yapan, gerektiği zaman da iyi atak yapan bir takımın iyi olduğu bir oyun diye düşünüyorum. Şu sıralar biz İstanbulspor olarak, savunma gücümüzle ön plana çıktık. Ancak bu böyle gitmeyecek, tabii ki daha atak oynayacağımız günler gelecek, takımın daha oturması, uyum sağlamasıyla, bunların daha kolay yapılacağını düşünüyorum.

Ama şunu da eklemek lazım, İstanbulspor takımı veya benzeri takımlar, oyuncuları yetiştiren takımlar. Yani oyuncuların çok fazla oynadığı, kendilerini geliştirdikleri takımlar. Geliştikten sonra Fenerbahçe’ye gidiyorlar, Galatasaray’a gidiyorlar, Beşiktaş’a gidiyorlar ve dolayısıyla yeteneklerini daha net bir şekilde sergileyebiliyorlar, bunu da gözardı etmemek gerektiği kanısındayım.

“MİLLİ TAKIM İÇİMDE BİR UKTE”
Milli Takım kariyerinde bir boşluk hissediyor musun? Yani Aykut, Milli Takım’la Fenerbahçe’deki golleri kadar çok atamadı..
Olmadı… İnanıyorum ki, şans futbolun içinde, yaşamın içinde de var, rastlantılar, şanslar yaşantımızı yönlendiriyorlar. Büyük şansızlıklar oldu. Hakikaten üstüne basarak söylüyorum, Milli Takım olayı benim içimdeki ukdelerden bir tanesidir. Çok başarılı olduğum, “Artık Milli Takım’daki formayı alıp götüreceğim” dediğim dönemlerde bir sakatlık illetiyle karşılaştım. Çok ilginç, bu sakatlık olayı genç milli takımdan başlıyor… Aday adayı kadroya gittiğimde, orada sakatlandım.

Arkasından Sakaryaspor’da Ümit Milli Takımı’na gittim, sakatlandım, oynayamadım o maçta. A Milli Takım seviyesine geldim; A Milli Takım’da da hep sakatlık illetiyle karşılaştım.

15 defa milli olabildim, bir tane gol atabildim. Bu benim içimde çok büyük bir ukdedir. Yani oyunculuk yaşantımı, oyunculuk kariyerimi aslında biraz da körelten diyeyim, ya da çok parlak olmamasının altındaki en önemli etkenlerden, nedenlerden bir tanesidir hem kişisel olarak hem de genel olarak söylüyorum…

Mesleki kariyer olarak hedefleriniz nelerdir? Bu hedeflere ulaşmanızda İstanbulspor’un size bir altyapı sunacağına inanıyor musunuz? (Telefonla programa katılan Suat Çelenk’in sorusu)
Bu işin artık teknik tarafına geçmiş bir insanın hedefi ne olabilir; yapabileceği işi en iyi şekilde yapmak. Benim başlangıç yerim İstanbulspor, bundan sonra nasıl olacak, nasıl bitecek bilmiyorum; Milli Takım olabilir, Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray büyük takımlardan biri olabilir, daha sonra yurt dışı olabilir..

“3 BÜYÜKLERDEN TEKLİF ALMADIM”
Üç büyüklerden teklif aldın mı? Yani çok konuşuldu…
Aslında konuşulması beni rahatsız ediyor açıkçası, her şeyin bir sırası olduğuna inanıyorum ben. Bunlar tabii bir çalıştırıcının gidebileceği yerler, Avrupa kulüpleri olabilir falan filan.. Bunun dışında söylenecek bir şey yok.
Ancak önemli olan, bence yeterlilik, yeterliysen ve kendini geliştirebiliyorsan pek çok seçenek var önümüzdeki yıllarda. Şu anda bir hedef oluşturup da “Tamam, işte bu hedef” deyip de, ona odaklanmanın bir anlamı yok. Kendini geliştirmeyle ilgili olarak, kendini geliştirdikten sonra hedefler zaten kendiliğinden geliyor.
İstanbulspor benim düşünebileceğim, antrenörlük tarafına geçmeden evvel düşünebileceğim ve geçtikten sonra da gördüğüm en iyi yer. Sadece kendi açımdan söylemiyorum bunu, benim gibi genç, bu işin yenisi olabilecek antrenör adayları için de söylüyorum. Son derece düzgün, işini son derece iyi bilen bir profesyonel yöneticisi Adnan Sezgin. Hiçbir şeye karışmıyor…

Adnan Sezgin faktörü de var..
Tabii çok önemli, yani Adnan Sezgin’in orada çalıştırıcının alanıyla hiç ilgisi yok. Tamamen bırakmış durumda, çalıştırıcı bütün sorumluluğuyla kendi işlerini yapmaya çalışıyor, doğru ya da yanlış. Bu özellikle Türkiye’deki kulüp yapılanmasında bir çalıştırıcı için bulunmaz bir nimet.

 

200 Gollü Kral: Aykut Kocaman

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir