Yıl 1993… 29 Ağustos sabahı Adnan Dinçer’in İnter Star binasında önemli bir randevusu vardı. Teknik direktörlüğünü yaptığı İstanbulspor hakkında patron Cem Uzan’a rapor verecekti. Randevu talebi Cem Uzan’dan gelmişti. 2. Lig’de mücadele eden sarı-siyahlılar son üç maçından galip ayrılmıştı ve Uzan, takımın teknik direktörüyle tanışmak istiyordu.
Eski bir subay olan Dinçer, o günlerde takip edildiğini, hakkında raporlar hazırlandığını hissediyordu. Ama mesleğinden edindiği deneyimler sayesinde bu durumdan pek tedirgin olmuyordu. Buna rağmen Cem Uzan’la baş başa kaldığında heyecanlanmıştı. Çok sayıda kapıdan geçmiş ve nihayet odasına ulaşmıştı. Genç patronun gözlerinden pozitif enerji ve hırs fışkırıyordu. Bununla birlikte güven veren bir tarafı olduğu da gerçekti.
Cem Uzan doğrudan konuya girdi: “Hocam takım iyi gidiyor.” Sanki daha önceden hazırlanmış gibi aceleci bir tavırla hayattaki iki ana hedefini paylaştı:
“Birinci amacım Berlusconi gibi başbakan olmak, ikincisiyse yine Berlusconi’nin Milan’ı gibi başarılı bir takıma sahip olmak.”
Dinçer şaşırmıştı, çünkü daha önce hiç bu kadar büyük hayaller kurmamıştı. Askeriyeden malulen emekli olduktan sonra hayat sevincini futbolda bulmuştu. Futbol onun için gönül verilerek yapılan bir spordu.
1986-87 sezonunda Antalyaspor’u 1. Lig’e çıkararak teknik direktörlükte parlak bir kariyere adım atmıştı. Bu konuda kendine güveniyordu. Şimdi de İstanbulspor’u şampiyon yapmak istiyordu. Ama onun gerçekçi hedeflerinin karşısında bu hırslı genç patronunun hedefleri biraz uçuk kaçmıştı.
“Başkanım, ben sizi Berlusconi yapamam; başbakan da yapamam. Bunu ancak siz yapabilirsiniz. Ama ben takımı 1. Lig’e çıkarabilirim” şeklinde cevap verdi Dinçer.
Henüz ortada ne bir stat vardı, ne de bir kulüp binası… Takım, Holiday Inn otelinde kiralanan iki odada toplanıyordu. Ama Cem Uzan her şeyi bir anda istiyordu.
Aslında Berlusconi’nin izindeki Cem Uzan, işe medya patronluğundan başlamıştı. 1992’de Ahmet Özal’dan kurtularak kanalın yegane sahibi olduktan sonra maç yayın haklarını satın aldı. İstanbulspor harekâtının tetikleyicisi ise Alp Yalman’la yaşadığı tartışma oldu. Galatasaray, Werder Bremen ile Almanya’da oynanan maça göğsünde Show TV yazan forma reklâmıyla çıkınca Uzan çıldırdı.
Yayın hakları ödemelerini durdurdu. Dönemin Galatasaray Genel Sekreteri Mehmet Cansun, konuyu Cem Uzan’la görüştü ama Uzan şu cevabı verdi: “O maymun suratlı başkanınız orada olduğu müddetçe beş kuruş ödemem. İstifa etsin, 40 milyarlık çek göndereyim.” Bunun üzerine Uzan, Haysiyet Divanı’na gönderildi ve kulüpten ihraç edildi. Gerisini Mehmet Cansun şu sözlerle anlatıyordu: “İhraç edildiği gün Galatasaray yönetimine kinini uykuya yatırdı, gidip 4 milyon dolara Emin Cankurtaran’dan İstanbulspor hisselerini aldı. Amacı yalnız üç büyüklere rakip bir takım oluşturmak değil, Avrupa’da adını duyuran bir marka yaratmaktı.”
Cem Uzan futbol için kollarını sıvadığında İstanbulspor, Emin Cankurtaran’ın elindeydi. Eski Fenerbahçe Başkanı Cankurtaran, İstanbulspor’u anonim şirket yapmıştı. Hedefi “100 kişilik bir futbolcu ordusu” oluşturmaktı. Sarı-siyahlılar o günlerde geçmişini mumla arıyordu. 1926 yılında kurulan kulüp, 1932’de İstanbul şampiyonu bile olmuştu. 1959 yılında Milli Lig’in kurulmasıyla birlikte idari ve mali sıkıntılar yaşayınca mücadelesini genellikle alt liglerde sürdürdü.
Elbette bu durum pahalıya mal oldu. Üç büyükler şampiyonluklarla geçen yılların ardından İstanbul’un taraftarını üçe taksim etmişlerdi. Sarıyer, Kasımpaşa gibi bir semte bile mensup olmayan İstanbulspor’un ise İstanbul Erkek Lisesi’nden başka kimi kimsesi yoktu.
Yine de Türk futboluna Cemil Turan, Alpaslan Eratlı, Yasin Özdenak, Ercan Aktuna gibi önemli futbolcular armağan etti. Ama 1990 yılına gelindiğinde İstanbulspor için tablo epey karanlıktı. Cankurtaran, soyadına yaraşır bir şekilde kulübe el attı ve denk bütçeyle yönetilen bir takım oluşturarak 1991-92 sezonunun sonunda 3. Lig’den 2. Lig’e yükseldi. Ancak reddedilemeyecek teklif karşısında kulübün anahtarını Cem Uzan’a teslim etti.
Uzan’ın İstanbulspor’u 1992-93 sezonunda Tanju Çolak ve Saffet Akyüz’lü kadrosuyla 2. Lig’deki yerinden kıpırdayamadı. İkinci sezonun sonundaysa 1. Lig biletini aldı. Takımın başına dünyaca ünlü teknik direktör Leo Beenhakker getirildi; Hollanda’dan iki flaş futbolcuyla sözleşme imzalandı (Van Vossen, Van Der Brom).
Takıma daha sonradan Rus forvet Salenko da katıldı. Dört büyüklerden bile daha yüksek rakama mal olan “trilyonluk takım” sezona çok kötü başlayınca, Uzan işi sahaya pet şişe atmaya ve gazetelere federasyon aleyhine “Utanmıyor musun?” yazılı ilanlar vermeye kadar götürdü.
Daha sonra Beenhakker’le yollar ayrıldı, önce Neumann, ardından Saffet Susiç göreve geldi. Bu sırada takıma iç transferde de yeni yıldızlar transfer ediliyordu. Aykut Kocaman, Oğuz Çetin ve Sergen Yalçın bu transferler arasında en çok yankı bulan isimler oldu.
Cem Uzan aceleciydi ama üç büyüklerle bu kadar kısa zamanda baş etmek çok zordu. Başarılı olamayınca oyuncağından sıkılmaya başladı. Sık sık takıma küsüyor, oyuncularına cezalar veriyor, bazen de takımı dağıtmakla tehdit ediyordu. Dahası telefonla teknik direktörlerine direktifler yağdırıyor ve devre arasında yapılmasını istediği değişiklikleri söylüyordu.
1995 yılında 1. Lig’e (bugünün Süper Lig’i) yükselen İstanbulspor ligi ilk sezon 13’üncü, ikinci sezon altıncı, üçüncü sezon ise dördüncü bitirdi. Ama Cem Uzan için bu yavaş tırmanış sıkıcıydı. 1998-99 sezonunda takım UEFA Kupası’nda Rumen Arges Piteşti’ye 0-2 ve 4-2’lik skorlarla elendikten kısa bir süre sonra Uzan, başkanlıktan çekileceğini duyurdu. “Kulüp satılacak” dedikoduları kulaktan kulağa dolaşırken, İstanbulspor satılmaktan da beter oldu.
Önce birçok yıldız oyuncu farklı kulüplere transfer oldular. Aradan bir yıl geçtikten sonra takımda eski kadrodan Emre Aşık ve Aykut Kocaman dışında hiçbir yıldız kalmadı. Kalan futbolcular da alacaklarını tahsil edemedikleri için sıkıntı yaşıyorlardı. Buna rağmen takım 2004-05 sezonuna kadar ligde tutunmayı başardı. Özellikle son dönemlerinde Aykut Kocaman teknik direktörlüğünde ve Adnan Sezgin idaresinde uzak deplasmanlara bile otobüsle gitmek durumunda kaldılar. Çünkü kulüp, bir yandan düşmeme mücadelesi verirken bir yandan da Cem Uzan döneminden kalan borçları ödüyordu.
Ünlü işadamlarının ve çocuklarının peşine gizli ajan taktığı iddia edilen, Gülben Ergen’in seks kasedini şantaj için saklayan, suikast silahı barındıran Uzan ailesinin uçsuz bucaksız hırsı, futbola da bulaştı ve 80 yıllık bir kulüp sefalete sürüklendi.
2004’te Aykut Kocaman’ın istifasıyla birlikte Saffet Akbaş’ın gözyaşları, futbolseverleri derinden etkileyen bir an olarak kayıtlara geçti. Hatta öyle ki, İstanbulspor belki de tarihinde ilk kez İstanbulluların gönlündeki ikinci takım olmuştu.
Cem Uzan 2002’deki seçimleri de kaybedince idolü Berlusconi’nin profilinden epeyce uzaklaştı. İstanbulspor’daki yüzde 90 oranındaki hisselerini başka bir isme devretti.
Ama TMSF, 2004 yılında bu hisselerin hâlâ Uzanlar tarafından yönetilmekte olduğunu gerekçe göstererek kulübe el koydu.
Bu, yokluk içindeki futbolcuların kurtuluşu olduğu gibi aynı zamanda 90’lı yılların öncesine, alt liglere dönüşün başlangıcıydı.
Kulübe el koyan TMSF, sadece Cem Uzan’ın yüzde 90’lık hisselerini değil İstanbul Erkek Lisesi’nin yüzde 10’luk hisselerini de satınca, lise 2006-07 yılında 2. Amatör Lig’de mücadele eden yeni bir takım kurdu. Bu sırada İstanbulspor A.Ş.’yi ise Saffet Sancaklı’nın ortağı olduğu Marmara A.Ş. satın aldı. Bir yıl Bank Asya 1. Lig’de tutunan takım, bir sonraki yıl başka bir işadamına, Ömer Sarıalioğlu’na devredildi ve aynı sezon Spor Toto 2. Lig’e düştü. 2009-10 sezonunda ise 3. Lig’e… Böylece İstanbulspor A.Ş. beş yıl içinde üç lig birden düşmüş oldu.
Ömer Sarıalioğlu’nun sahipliğindeki İstanbulspor A.Ş. 3. Lig’de mücadelesine devam ederken sarı-siyah ateş, amatör ligde de yanıyor.Lisenin kurduğu bu “paralel” takım, 2008-09 sezonunda 1. Amatör Lig’e, bir sonraki sezon ise Süper Amatör’e yükseldi. Geçen sezon Bölgesel Amatör Lig’de mücadele eden o takım, şimdilerde Süper Amatör’de yaşam mücadelesini sürdürüyor.
Uzan’ın kaybedecek zamanı yoktu. Hemen Berlusconi olmak istiyordu. Peki başardı mı?
Eylül 1993
Muhasebe müdürünü sahaya göndererek ondan teknik direktör Adnan Dinçer’in yaptığı değişikliğe müdahale etmesini istedi. Müdür, değişiklik tabelasını kaldıran hakemi eliyle engelledi.
Ocak 1994
Siyahi bir boksörü takımın kondisyoneri yapmak istedi ancak Adnan Dinçer’in itirazıyla karşılaştı. Bunun üzerine Adnan Dinçer’i görevden aldı.
Ekim 1995
İstanbulspor-Altay maçında maçın hakemi Mustafa Çulcu’ya küfür ederek sahaya pet şişe fırlattı ve altı ay hak mahrumiyeti cezasına çarptırıldı.
Yine Altay maçının ardından bir süre sonra gazetelere “Utanmıyor musunuz?” ve “Oyun devam ediyor” başlıklı ilanlar verdi. Bunun üzerine bir altı ay daha ceza aldı.
Kasım 1997
“Neden bu kulübü satın aldınız?” sorusuna “Star’da ‘Biz de maç yayımlayalım’ diye bu işe girdik. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı” şeklinde yanıt verdi.
Mart 1998
Gençlerbirliği mağlubiyeti sonrası futbolculara maç başına kazandıklarının ikişer katı ceza kesti ve “Bu takımı dağıtırım” tehdidinde bulundu.
Ekim 1998
Ani bir kararla takımdan desteğini çektiğini açıkladı. Ardından menajer Adnan Sezgin, tüm futbolcuların satış listesinde olduğunu duyurdu.
Ahmet Yavuz
5 Ocak 2014