(24.01.2004 günü oynanması gerekirken kötü hava koşulları nedeniyle ertelendi ve bugün oynandı.)
Stat: Mimar Yahya Baş
Hakem: Cüneyt Çakır, Murat Şahin, Alpaslan Dedeş
İstanbulspor: Oğuz Dağlaroğlu, Cem Can, Uche Okechukwu, Musa Büyük (Dk. 81 Mehmet Yozgatlı), Saffet Akbaş, Aleksandar Yordanov, Aytekin Viduşlu (Dk. 46 Güven Kocabal), Alioum Saidou, Faruk Bayar, Musa Kuş (Dk. 46 Pini Balili), Elvir Bolic
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Fabio Luciano, Fatih Akyel, Ümit Özat, Ivailo Petkov, Marco Aurelio (dk. 76 Sergiy Rebrov), Selçuk Şahin, Ali Güneş, Tuncay Şanlı (Dk. 78 Mahmut Erdoğdu), Marcio Nobre, Pierre van Hooijdonk
Gol: Dk. 13 Fabio Luciano (Fenerbahçe)
Sarı Kartlar: Dk. 16 Musa Büyük, Dk. 56 Cem Can (İstanbulspor), Dk. 31 Ivailo Petkov (Fenerbahçe)
Fenerbahçe futbol mu oynuyor, polemik mi yapıyor belli değil. Öyle yanlış hamleler yapıyor, öyle ilginç sonuçlar alıyor ki, her uçtan fikir sahibine haklılık payları yaratıyor.
Berbat’tan ‘şahane’ye kadar isteyen istediğini yakıştırır bu Fener’e. Şahane demeye insaf lazım ama, O ayrı mesele.
Sadece şu kesin; Fenerbahçe mevcut futboluyla ikinci devreye değil adeta bir korku tüneline giriyor. Duvarları aynalarla kaplı bir korku tüneli. Çünkü Fenerbahçe en çok kendisinden korkuyor. Ya da korkmalı.
Özel televizyonlu, ultra modem statlı, süper tesisli, yıldızlı, yaldızlı Fenerbahçe ile kuru ekmeğe talim eden İstanbulspor arasında geçen 93 dakikalık hadise, Hoojjdonk’un yaşadığı şaşkınlıkla başlıyor. Güngören Stadı kalelerinin 5 santim kısa olduğunu ortaya çıkaran Hooijdonk, muhtemelen dehşete kapılıyor ve “amma acaip ülkeye gelmişim” düşünceleriyle ancak maçın son dakikalarında toparlanıyor.
Evet maç ilginç. Normal koşullarda Fenerbahçe’nin beş gol yemesi gereken karşılaşmanın 80’li dakikalarında İstanbulspor stoperi Uche, rakip ceza alanında gol arayabiliyor. İlk yarının sadece son dakikalarında, İstanbulspor gol pozisyonlarında paragraflar 38. dakika, 39., 43. diye bitiyor. “Maç bitse de kurtulsak” diye inim inim inleyen Fenerbahçe, bu sefer de 90. dakikada öyle bir Hooijdonk – Nobre düetine şahit oluyor ki, gol kaçsa bile pozisyonun tadı yetiyor tribünlere. “Eh sonu iyi geldi” demeye vakit kalmıyor; 90 artı 2’de ceza alanı içindeki çift vuruşu melekler
çıkarıyor Fenerbahçe kalesinden.
Bu maçın grafiğini çizseler, testere ağzından farksız olur inanın.
Peki neden böylesine ani med cezirler yaşıyor Fenerbahçe?. Onun yanıtını en iyi Daum biliyor. Her kırıma noktasında orta sahası ortadan kalkmış bir Fenerbahçe çıkıyor insanın karşısına. Selçuk kişisel hatalarının yanı sıra kendine ayrılan alana resmen yetişemiyor. Aurelio’dan bir gram destek görmüyor. Tuncay mahkum edildiği kanatta
küskün ve gittikçe futbolla arası açılıyor. Ali Güneş’in yırtıcılığı da kalmayınca boş bir kanat daha çıkıyor ortaya. Bu şartlarda parlayıp sönen bir deniz feneri gibi Fenerbahçe. Oyunu rakibe bağlı. Yere sağlam basan bir orta sahası olan her takım Fenerbahçe’nin adından korkmadığı sürece hallaç pamuğuna çeviriyor onu.
Şimdilik hak etmeden kazanıyor biline.
Erdoğan Şenay’ın maç yazısı:
Fenerbahçe, Güngören Mimar Yahya Baş Stadı’nda futbol olarak yine sıkıntılı görüntülerde oynayan taraftı…
Dertler içinde yüzen İstanbulspor, niçin rakibinden çok daha iç açıcı paslaşma düzenini kolayca gündemde tutuyor
da, Fenerbahçe milyon dolarlık formalılarla sahada gezinir gibi bir oyun tutarsızlığının içinde sıkışıp, kalıyordu. Çünkü Sarı -Lacivertli ekip, sahada İstanbulspor’dan daha atik, daha düşünceli ve de ayak tekniği yüksek bir pas yüceliğine hiç erişemiyordu da ondan… Tuncay iyi niyetli koşuşmalarıyla belki takdir topluyor ama, insan ayağındaki en rahat topları dahi rakibe postalarsa, o takımın orta alanda “paslaşma çiçekleri” yeşerir mi ki ? Selçuk, İstanbulspor’un parasız pulsuz uğraşlarına karşıt anlı şanlı bir Fenerbahçe profesyoneli ama, orta sahada amaçlarında ne ofansif, ne de defansif hareketlerle oyuna ağırlık koyabiliyor. Bu kalitesiz futboluyla Selçuk’a niçin 90 dakika tahammül etti Daum, merak ederim… Aurelio da, küçük düşüncelerle kısa paslara girip. gol bölgelerine uzun ve can alıcı toplar çıkaramayınca doğal olarak, koskoca bir “orta alan özürü” sarıp sarmalıyor Fenerbahçe’yi…
Ama Hooijdonk. Nobre dediğimiz an, orda duralım işte… Hooijdonk her topa vücudunun her bölgesiyle dokunuyor ve de en doğru hareketi yapıyor… Neden ? Çünkü top kendisine gelmeden kime pas yapacağını sürekli düşünüyor… Böylece hem fiziğini, hem kafasını ona göre hazırlıyor… Yoksa 34’lük bir futbolcu, zeka ve tekniğini böylesine ustaca kullanmasa, arkasında oynayan “20’lik -25’lik” takım arkadaşlarına taş çıkartırcasına gösteri yapabilir mi ? Nobre de önüne bilinçli orta alan pasları alamadığı için şanssızdı dün… Yoksa topla 0lan teknik ilişkileri ve de boş alanlara çıkarak kendisine geniş koşu kulvarı yaratma ustalıklarına hiç laf edilemez…
İstanbulspor sıkıntı ve üzüntülerin takımı sanki… Kaderi biraz da adını taşıdığı tarihi şehrin perişan haline benziyor… Yoklar içinde kıvranmasına rağmen oynadıkları futbolun bütünü. Fenerbahçe’ye fark atacak kadar canlı, planlı ve ünlü rakibini korkutucu gol pozisyonları yakalayacak kadar açık ve net bir anlatımıyla donanımlıydı… Kısacası Luciano’nun ilk yarıda gelen “lotarya golü”ne İstanbulsporlular ne denli üzüldülerse, Fenerbahçe’nin de o kadar sevinmesi gerekir dünkü üç puan adına…