Amatör kümede mücadele eden Cibalispor’da oynarken, kısa bir süre içinde Fenerbahçe forması giyeceği aklının ucundan bile geçmiyordu. Basamakları çok hızlı tırmanmıştı Nedim Doğan. Cibali’den İstanbulspor genç takımına alınmış, orada doğru dürüst oynama fırsatı bulamadan A takımına geçmiş, ertesi sene de Fenerbahçe’nin meşhur “Atom Forvet” denen beşli hücum hattının bir parçası olmuştu. Ne var ki, bu hızlı yükselişin ardından, önce ceza, sonra askerlik, ardından da peş peşe sakatlıklar gelince, doğru dürüst futbol oynama fırsatı bulamadı. Futbol hayatı, “Sakatlıklar ve ameliyatlardan fırsat buldukça top oynadı” diye özetlenebilirdi. Bütün bunlara rağmen futbolseverlerin hafızasında Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcularından biri olarak yer etti. Nedim Doğan’la futbol hayatının yanı sıra, uzun yıllar sonra hâlâ sıkıntısını çektiği sakatlıklarını da konuştuk.
İstanbul’un futbolcu tarlalarından Küçükmustafapaşa semtinde, 1940’ta dünyaya gelmiş Nedim Doğan; ancak nüfusa yazılması 1943’u bulmuş. Haliç yakınındaki bu tarihî semtin pek çok sakini gibi, onun çocukluğu da yoksulluk içinde geçmiş. O günleri ondan dinliyoruz: “Annem Marmara adasında doğmuş, babam İstanbullu ama kökeni Trabzon Sürmene’dir. Dedeler oradan İstanbul’a gelip yerleşmiş. Babam kayıkçıydı. Haliç’te Ayakapı diye bir yer vardır; Cibali iskelesi ile Fener iskelesinin tam arasında orası. Orada çalışırdı. Karaköy’e ecnebi gemileri gelirdi. Oraya gelen gemi mürettebatını taşırlardı. Onların dışında kimse çalışamazdı. Kadrolu eleman gibiydiler. Kürekleri elle çekerlerdi, o zamanlar öyleydi. Benim babam Müslüman bir adamdı. Top oynamama kızardı. Beş vakit namazında niyazında, kumarı içkisi yoktu. Evi geçindirmek derdindeydi. Biz beş kardeştik, ben üçüncü çocuktum. Biz çocukken saha diye bir şey yoktu. Ahşap evler, bahçeler vardı. 20-30 metreye 5 metre bir bahçe mesela. Oralarda top oynadık. İstanbul daha sakindi o zamanlar. Herkes kendi mahallesinde oynardı. Mahalle maçları yapardık. Semtlerin amatör kümede olan takımları vardı. Bizim semtin takımı Cibalispor birinci amatör kümedeydi, orada oynamaya başladım.”
Yazının başında belirttiğimiz gibi, Nedim Doğan’ın amatör küme macerası sadece bir yıl sürmüş. O yıllarda yaşayan futbolseverlerin, ismini çok iyi bildiği Ali Mortaş’ın onu görüp fark etmesi uzun sürmemiş. Bu büyük futbolcu kaşifinin onu İstanbulspor’a götürmesini şöyle anlatıyor: “Ali Baba beni İstanbulspor genç takımına aldı. ‘Bir şartla gelirim,’ dedim. Nedir diye sordu. O da babam sayılırdı. Babamın durumunu anlattım. Karda, kışta, yağmurda nasıl çalıştığını söyledim. ‘Bir tane içten oturtmalı motor alırsan gelirim,’ dedim. Adam aldı. O zamanın parasıyla büyük para; 1000 lira mı, 1500 lira mı ne. Öyle gittim Ali Baba’ya.” Nedim Doğan, Ali Baba’yı anlatmaya devam ediyor: “Ali Mortaş hep gezerdi. Hep amatör kümede oynanan maçlara giderdi. Kendi arkadaşları, dostları vardı. Çok iyi bir insandı. Çok candan, eli açık biriydi. Hep cebinden para verirdi. İstanbulspor bana para vermiyordu ki, Ali Baba veriyordu. İran’dan halı getirirdi. Eminönü’nde gümrük ardiyeleri vardır. Orada deposu vardı, halı ticareti yapıyordu. Yoksa geçinmek mümkün değil. Onun harcadığı parayı kulüp harcamıyordu. İstanbulspor genç takımına o bakıyordu. Ali Baba’nın antrenörlükle alakası yok. Futbol da oynamamış ama gider oyuncuyu kafasına göre beğenip getirirdi. Hiç yanlış bir futbolcu da getirmedi. Fos bir adam çıkmadı.”
1959-60 sezonunda, İstanbulspor genç takımında, geleceğin ünlü futbolcuları Yılmaz Urul (İstanbulspor’un meşhur kalecisi Arap Yılmaz), Bilge Tarhan ve Erkan Velioğlu’yla birlikte top koşturmuş. Ali Mortaş onu bir sene daha genç takımda oynatmayı planlarken, kendisini birden A takımında bulmuş Nedim Doğan. Sezon sonunda, Haziran-Temmuz 1960’ta düzenlenen Cemal Gürsel Kupası’nda İstanbulspor takımında yer almış. Bunun hikâyesini şöyle anlatıyor: “Herhalde şanslı bir insanım ki, 27 Mayıs ihtilalı olmuştu. İstanbulspor’un kaptanı santrhaf Kenan abi Erzurumluydu. O İstanbulspor’u memleketine maç yapmaya götürmüştü. İhtilal olunca Cemal Gürsel Kupası yaptılar. O kupada İstanbul takımları kendi arasında oynuyor. Takım Erzurum’da. Öyle olunca İstanbulspor takım çıkartamıyor. Ali Baba da beni çanta gibi yanında taşıyordu. Bana, ‘Oğlum gel gidelim, hem maçı izleyelim, hem de takıma başarılar dileyelim,’ dedi. Mithatpaşa’ya gittik. Soyunma odasının kapısında bizi karşıladılar. On birinci adam olarak beni aldılar. Ali Baba ben küçüğüm, ezilirim diye oynatmak istemiyor. Vefa ile maçımız vardı, hiç unutmuyorum. Oynarsın oynamazsın, 11 kişi çıkacak, soyun evladım dedi. İlk maçımı orada oynadım. Beni ileri uçta, sol tarafta oynattılar.”
Nedim Doğan, Vefa maçının ardından Cemal Gürsel Kupası’nda Adapazarı Karması ve Fenerbahçe’yle yapılan maçlarda da iyi oynayıp göz doldurunca, 1960-61 sezonunda A takımında sürekli yer almış. “O zamanlar Nazım diye bir kardeşimiz vardı. Çok iyi futbolcuydu. A takımına geldim, o yaş olarak benden büyük. Lig maçları başladı. Antrenörümüz bizi A takımı ile kampa aldı. Beni oynatıyor onu oynatmıyordu. Rahmetli bana ters ters bakardı, geldin seni oynatıyorlar beni değil diye. Yüz ifadesinden anlardım. Beni hep sol açıkta oynattılar. En genç oyuncu bendim. Takımın en küçüğü 30 yaşındaydı. Aydemir abi, kaleci Sabih, Kenan abi, Erdoğan abi – çok beyefendi bir insandı, Kasapoğlu, Kel İhsan – topa sol ayağı ile vurdu mu adamı sakat bırakırdı. Bu oyuncuların arasında oynamak benim için mucizeydi. Beni Fenerbahçe görecek de, beni alacak, kaçıracak, bana dünyanın parasını verecek; aklımın ucundan geçmezdi.”
İstanbulspor formasıyla 1960-61 sezonunda 30’dan fazla maçta oynayıp 12 de gol atan Nedim Doğan, üç büyüklerin transfer listelerine üst sıralardan girmiş. O yıllarda birden fazla kulübün ilgilendiği futbolcuların başına gelen olayı Nedim Doğan da yaşamış ve Fenerbahçeli idareciler tarafından kaçırılarak Dereağzı’ndaki bir otelde saklanmış. “Başıma ızbandut gibi iki adam koydular. Amatörüm ya, vazgeçerim diye Temmuz ayı bitene kadar, yani amatörlerin profesyonel olma vaktine kadar bekledim. Transfer ayı bitince serbest kaldım.” Genç futbolcu serbest kalmasına kalmış ama kısa süre sonra aldığı altı aylık ceza hem onu hem Fenerbahçeli yöneticileri çok şaşırtmış. Bu olayıyn ayrıntılarını şöyle anlatıyor: “İstanbulspor o zaman beni amatörken para aldı diye federasyona şikayet etti. Amatörken transfer parası almadım. Profesyonel takımda oynuyorum diye bana aylık veriyorlardı. Aldığım para karşılığında da makbuz imzalıyordum. Şikayet yüzünden bana altı ay ceza verdiler. Aldığımız para aylık 100 lira mı neydi, gerçi o güne göre iyi paraydı. Aldığım parayla bir şey almadım, hep babama verdim. Fener’e geldim altı ay hiç futbol oynayamadım.”
Antrenör Necdet Erdem, genç futbolcuyu cezası biter bitmez maç kadrosuna almış ve Nedim Doğan Fenerbahçe formasıyla ilk resmî müsabakasına, 25 Şubat 1962’de Feriköy’le oynanan lig maçında çıkmış. Sakatlık veya ceza gibi sorunlar yaşamadığı ender dönemlerden biri 1962-63 sezonu olmuş. O yıl küme düşmenin kaldırılması yüzünden takım sayısı 22’ye çıkınca, 40’a yakın maçta forma giymiş. Ardından yine uzun aralar verdiği yıllar başlamış. “Ondan sonra askerlik başladı. İki sene askerdeyken oynayamadım. Askerlikte karacı olmayı beklerken beni denizci yaptılar, İskenderun’a gittim. Oradan Kasımpaşa’ya gelemiyorum. Aynı memleket olunca gelemiyormuşsun. Ben de İstanbullu olunca gelemedim. Gölcük’e aldılar, oradan geçici görevle Kasımpaşa’ya aldılar. Tam evimin karşısına yani.
“Asker futbolcular takımlarında oynayamıyor o zaman. Ordu milli takımı vardı. Bizi orada topladılar. Manisa’da eski sahanın arkasında askeriyenin okulu vardı, kampı orada yapardık. O zaman albay olan Doğan Andaç antrenörümüzdü. Ordu takımında ilk sene birinci olacakken, şamata yüzünden dünya ikincisi olduk. Şampiyon olan İspanya takımını deplasmanda yendikten sonra Malta’ya mağlup olduk. Takımları küçümsedik, önemsemedik. Doğan Andaç’ın da hatası vardı. Tecrübesiz muvazzaf subayları oynatmaya başladı. İkinci sene dünya şampiyonu olduk. Ordu takımında Göztepeli kaleci Ali, Beşiktaşlı sağbek Erkan, Göztepe’de oynayan rahmetli Çağlayan, o günkü sisteme göre ortada oynayan Gürsel, Beşiktaşlı santrfor Güven vardı. En iyi adamlar yani, A milli takımı gibiydi. Yazın İran’da yapılan bir kupa vardı (Türkiye, İran ve Pakistan’ın katıldığı RCD Kupası). O zaman sezon kapanınca herkes gitmişti. Biz de turnuvadan geldiğimiz için antrenmanlıyız. İran’daki kupa maçına bizi A milli takım olarak gönderdiler.”
Hazır ay-yıldızlı formadan bahsetmişken Nedim Doğan’ın milli takım kariyerine bir göz atalım. Milli formayla sahaya ilk kez 20 Mart 1961’de, İstanbul’da Bulgaristan’ı 2-0 yenen Genç Milli Takım ilk on birinde çıkmış. Henüz İstanbulspor formasını giydiği o günlerde, Lizbon’da yapılan Dünya Gençler Şampiyonası’na katılan Genç Milli Takım kadrosunda da yer almış. Ardından Ümit Milli Takıma seçilmiş ve bu kategorideki ilk maçına 22 Mart 1962’de Southhampton’da çıkmış. İngiltere’ye 4-1 yenildiğimiz maçta, ikinci yarıda oyuna girmiş. Amatör Milli Takım forması da giyen Nedim Doğan, 1963 Eylül’ünde Napoli’de düzenlenen Akdeniz Oyunları’na katılıp, finalde İtalya’ya yenilerek gümüş madalya kazanan futbol takımımızın kaptanlığını üstlenmiş. Talihsizliği burada da yakasını bırakmamış ve İtalya maçında sakatlanınca bir müddet hastanede kalmış. A Milli Takım formasınıysa ilk kez 27 Mart 1963’te, İstanbul’da oynanan İtalya maçında giymiş.
Nedim Doğan’ın bütün milli takım kategorilerinde top koşturduğu bu dönem, Fenerbahçe’nin “Atom Forvet” adıyla ünlenen beşli forvet hattının oluştuğu günlere denk geliyor. 1963-64 sezonu öncesinde Beşiktaş’tan alınan Birol Pekel ve Şenol Birol, Karagümrük’ten dönen Aydın Yelken ve Karşıyaka’dan transfer edilen Ogün Altıparmak dışında, bu hattın tek eski oyuncusu Nedim Doğan olmuş. “O benim ikinci ya da üçüncü senemde oldu. Bizim takım yaşlanmıştı. En gençleri bendim. Kalemizde Şükrü abi ve Özcan abi vardı. Sağbek Nedim Günar abi vardı. Seracettin, solbekte Basri abi, Naci abi, Akgün abi, Lefter abi, Avni abi vardı. Hepsi yaşlanmıştı. Şenol ile Birol’u aldıkları sene hepsini toptan bıraktırdılar, bir ben kaldım. Aydın’ı aldılar, o solaçıktı, beni sağaçıkta oynattılar.” Sol kanattan sağ tarafa geçmesinin kendisini olumsuz etkilemediğini şu sözlerle ifade ediyor: “Ben iki ayağımı da kullanabiliyordum. Ben de şaşırmıştım sol ayak nereden çıktı diye. Sağ ayağım daha kuvvetliydi. Ama maçta fark etmiyor, hangisi denk gelirse onu kullanıyorsun. Zaten takımda kaleci hariç her mevkide oynattılar.”
Yapılan transferlerin ve “Atom Forvetin” Fenerbahçe’ye yaradığı 1963-64 ve 1964-65’te kazanılan iki lig şampiyonluğundan anlaşılıyor. Nedim Doğan bu sezonların ilkinde şampiyonluk sevincini yaşarken, ikincisinde askerlik görevi nedeniyle hiçbir lig maçında forma giyememiş. Askerden döndükten sonra formasına kavuşsa da, sakatlıklar dışında sık sık aldığı cezalar yüzünden yine kesintisiz biçimde oynama imkânı bulamamış. Cezaların sebebini şöyle açıklıyor: “Cezaları da hep dedikodu yüzünden yiyordum. Üç gün sonra anlaşılınca af ediyorlardı. Munis bir adamdım. Sesimi çıkarmazdım. Ben yapmadım diye milletin kapısını aşındırmazdım. Bana ne ceza verdilerse şapkamı alır giderdim. Onlar beni yanlışlık oldu hata yaptık diye cezam bitmeden çağırırlardı.” Söz cezadan açılmışken, sarı ve kırmızı kart uygulamasının olmadığı o yıllarda, hakemin “Çık dışarı” sözüyle bir kez oyundan çıkarılmış Nedim Doğan. Lakin bu rakibe karşı yapılan sertlikten değil, hakemin yanlış bulduğu kararına yaptığı itirazı uzun tutmasından kaynaklanmış.
Altmışlı yıllarda dünya futbolunda yaşanan sistem değişiklikleri Türkiye’ye de yansımış. O geçişi futbolcu olarak yaşayan Nedim Doğan, bu konudan yola çıkarak antrenör-futbolcu ilişkisini şöyle anlatıyor: “O zaman dubluve (WM) sistemi vardı, sonra 4-3-3 sistemine geçildi. Fakat sistemi futbolcu yapar. Antrenör istediği kadar tahta üzerinde anlatıp göstersin fark etmez. Bize İonescu diye Romen bir adam geldi. Çok sert ama baba bir adamdı. İşini yapana hiç bir şey demez. Adam Türkiye’de durmadı. Takımı şampiyon yaptı, işine karışılıyor diye bir sene sonra gitti. Arkasından Romanya’dan Teaşka diye bir adamı aldılar. O da tam bir şarlatan ama kötü anlamda değil, insanı güldüren nüktedan bir adam. Başta taktik veriyor bize. Beni ortada oynatıyor. Bana, ‘Kendi sahamızdan santraya üç-beş metre gidip pasını vereceksin,’ diyor. Ben ayıp olmasın diye sesimi çıkamıyorum. Mersin İdman Yurdu’yla oynuyoruz, o zaman iyi takım. Ben de takım kaptanıyım. Maçta top bana geliyor, ben antrenörün dediği yere kadar gidiyorum, topla orada duruyorum. Karşı takımdan gelen yok. Sağa bakıyorum, sola bakıyorum. Arkadaşlara bakıyorum, yan gözle antrenöre bakıyorum bana gitsene diyor. Ben dönüyorum geri pas atıyorum. Devre arasına geldik. Soyunma odasında, ‘Ne yapıyorsun sen?’ dedi. ‘Senin söylediklerinin aynısını yapıyorum,’ dedim. ‘Yahu niye ileri gitmiyorsun?’ diye sordu. ‘Sen bana demedin mi, bu çizgi sınırın, buraya kadar gideceksin diye? Senin dediğin yere kadar gidip pas vermeyi bekliyorum ama bir tanesi gelmedi ki yanıma, topu atayım,’ dedim. Diyeceğim şu ki antrenörü seveceksin. Antrenör futbolcuya kendini sevdirecek, yoksa antrenör onu demiş bunu demiş fark etmez. Sahaya çıktığında antrenörün dediği bir kulağından girer, bir kulağından çıkar. Futbolcu seni dinler mi? Televizyonda, saha kenarında antrenörleri görüyorum poz vermek için futbolcuya hareketler yapıyor. Futbolcu sahada sana bakmaz, kafasını çevirir. Futbolcu antrenörü sevecek. Her iş için bu geçerli.”
“Muvaffak olmak için takım birbirini sevecek. Bizim zamanımızda çoğumuz evliydik. O zaman tesis yoktu, otellerde kamp yapıyorduk. Biz her kampa girdiğimizde bir arkadaşımızın evine bütün aldıklarımızı bırakırdık. Biz kampta, onlar evde. İkinci hafta başka bir arkadaşın evine bırakırdık. Öyle bir kardeşlik, arkadaşlık vardı. Başka türlü çıkamazsın. Herkes bir tarafa çektiği zaman patlar. İpler kopar. Hangi taraf kuvvetliyse o taraf patlar. 1973’te tesis yapıldı, o da Faruk (Ilgaz) abi olmasa yapılmazdı. Sosyal tesisler yapılana kadar, genellikle büyük maçlarda Suadiye Oteli’nde kamp yapardık. Deniz kıyısı, kışın kimse olmazdı. Daha önceleri Moda’daki Mano Palas’ta kamp yapardık. Dar, küçüktü. Moda’nın dereye bakan tarafı değil de açığa bakan kısımdı. Anadolu’dan transfer yaptığımız zaman İstanbul’a gelen kardeşlerimizin ilk kalacağı yer yoktu, evde kalması lazımdı. Tesis onlar için yapıldı. Sonra işler değişti, büyüdü.”
Nedim Doğan’a kendi kuşağının imkânlarını sorduğumuzda şunları söylüyor: “Bizim zamanımızda maçlara taksi ile giderdik. Otobüs ender gelirdi. Kulübün ne arabası ne otobüsü vardı. Fenerbahçeli hangi şirketin arabası varsa gönderiyordu, bizi alıp götürüyordu. O zamanlar para mı vardı diyeceksin ama para kıymetliydi. Az paraya top oynanıyordu. 20-30-50-100 bin liraya top mu oynanır diyorlar. O zaman 100 bin lirayı kaç kişi alıyordu. Çok iyi paraydı. 100 bin lirayı aldığın vakit milyoner sayılırsın. Oturduğum evi Fenerbahçe’den kazandığım parasıyla aldım. Bu işi yaptığım için hiç şikâyetim olmadım. Hep Allah razı olsun diyorum. Çocuklarımı okutup, büyütüp, evlendirdim. Futbol bitti, benim de işim bitti. Hiçbir zaman onu (futbolu) yapmaya heves etmedim. Onu yaptığın vakit kendini bitirirsin. Zar atmaya benzer. Her zaman düşeş atma imkânın yok. İş kurdum. Kardeşlerime iş kurdum.”
“Bizim zamanımızda forma, kulüp aşkı vardı. Şimdi maddiyatın maddiyatı var. O zamanlar paramızı alamazdık. Fenerbahçe kulübünde para mı kalıyordu? Vermiyorlar diye isyan etmezdik. Kulübün başına Türkiye’nin en zengin adamları başkan oluyordu. Kulüpte olmayınca adamlar cebinden veriyordu. Bir ay bekle diyorlardı, bekliyorduk. Üç ay bekliyorsun ama paran kulüpte kalmıyor. Ne adamlar gelip başkanlık yaptı. Bunlar anlatılmaz, yaşamak lazım. O zaman kulüpler hep paralı idareciler arardı. O zamanlar ismi öne çıkan Müslim Bağcılar vardı. Gümrük komisyonculuğu yapıyordu, gazetelerde çıkmayı severdi. Kadir Has vardı, bizim tabirimizle oturaklı bir büyüğümüzdü. Adam para vermekten bıktı. O zamanlar kulüpte gruplar vardı. En kuvvetlisi Kadıköy grubuydu. Lideri Semih Bayülken’di. Kongrelere o hakimdi. İstediği kişiyi yönetime alırdı. Kulübün bütün üyelerini tanırdı. İnsanları kendine çekme potansiyeli çok büyüktü.”
Bir yandan eski günler üzerine sohbet ederken bir yandan da fotoğraflara, eski gazete ve dergi kupürlerine bakıyoruz. Farklı tarihlere ait iki kupürde “Sakatlıklar Kralı” şeklinde ortak bir başlık olması dikkatimizi çekiyor. Sohbetin bundan sonraki kısmı yaşadığı sakatlıklar üzerinde yoğunlaşıyor. Neden çok sakatlık geçirdiğini sorduğumuzda, “Takımdaki pozisyonumdan dolayı daha çok bana sertlik yapılıyordu. Kırılmadık yer kalmadı. Bir kere de beyin sarsıntısından Amerikan Hastanesi’nde yattım,” diye cevap veriyor. O yıllarda bütün sporcuların kâbusu olan menüsküs sakatlığını Nedim Doğan da yaşamış. Fenerbahçe’nin 1964 Şubat’ında, Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda Macaristan’ın MTK takımıyla oynayacağı maç için kafileye dahil edilmiş. Gerisini ondan dinleyelim: “Benim menüsküs darbeden oldu. Ankara Demirspor’la oynarken, iri yarı bir sağbek vardı. Ben vole yaparken ayağını dizime bir koydu, benim ayak bitti. O zaman kulüp benim oynamam için çok çaba sarf etti. Çok uğraştılar. O zaman Türkiye’de bu ameliyatlar yapılsa bile randıman alınmıyordu. Bizim antrenörlerimizden Macar Molnar vardı, adam dünyayı takip ediyor. Benim hiç haberim yok, kendi aralarında konuşmuşlar. Viyana’da dünyanın sayılı isimlerinden bir cerrah varmış, ondan randevu alıyorlar. O ara MTK ile oynanan maçta Mikro Mustafa da sakatlanıyor, menüsküs teşhisi konuluyor. O zamanlar Macaristan seyahatleri Viyana üzerinden aktarmalı yapılıyor. Meğer orada doktordan randevu almışlar. Gittik, baktı muayene etti. Dizime iğne vurdu, bacak şişti. Röntgen çektiler. Her şey röntgende açıkça görülmüş. Hemen ameliyata aldılar. Mikro Mustafa ile bir hafta hastanede kaldık. Halit Kıvanç da gelmişti, bizi o idare etti. Bizde yabancı dil yok, o baktı bize. Güzel bir insandır.”
Nedim Doğan bu ameliyattan sonra da sık sık sakatlık yaşamış. Bu konuda anlattıkları, o yıllarda sadece sporcuların değil, kulüp yöneticilerinin de günü kurtarmak için çok sorumsuzca davrandığını ortaya koyuyor: “Sakat kalmamda benim de kabahatim var. Avusturya’da adam bizi ameliyat yaptı, ertesi gün bizi yürütmeye başladı. İstanbul’a döndük, adamın verdiği programı uyguluyorum. Takım kötü gidiyordu. Antrenmanlara da çıkıyorum. Beni idareciler dolduruşa getirdi takım kötü gidiyor diye. Menüsküs ameliyatı olduktan sonra belirli bölgeler 10 santim kadar düştü. Ayak zayıfladı. Onun toparlanması lazım. Doktor bana, ‘Oralar güçlenene kadar futbol oynamayacaksın,’ dedi. Ben de gencim. Takım kötü denince maçta oynadım. Maçta ayağım döndü. Yöneticiler de oynama demedi. Onlar kendinden başka kimseyi düşünmez. O zamanlar Türkiye’de bu tarz fizik tedaviler modern şekilde yapılmıyordu. Herkes masör Yorgo’ya gidiyor. Adamın diploması yok. Biz bile ona gidiyorduk. Benim güçlenmesi gereken kısım zayıfladı.”
Nedim Doğan’ın sakatlıklarla uzun kesintilere uğrayan Fenerbahçe’deki kariyerine döndüğümüzde, 1966-67 sezonu lig maçlarının ancak yarısında oynayabildiğini görüyoruz. Talihsiz futbolcu 1967-68 sezonunda, uzun bir aradan sonra lig ve kupa maçlarının tamamına yakınında forma giyerken, Fenerbahçe de tarihinin en başarılı yıllarından birini geçirmişti. Lig şampiyonluğunu ve Türkiye Kupası’nı kazanarak duble yapan Sarı-Lacivertli takım, Balkan Kupası’nı da kazanarak ülkemize futbolda kulüpler düzeyinde ilk uluslararası kupayı getirdi. Nedim Doğan’lı Fenerbahçe son lig şampiyonluğunu 1969-70 sezonunda kazandı. Futbolu bıraktığı 1972-73 sezonunda Sarı-Lacivertli takım lig şampiyonluğunu kazanamasa da, önce Ankaragücü’nü 5-2 yenerek Başbakanlık Kupası’nın, üç gün sonra da Galatasaray’ı 2-1 yenerek Cumhurbaşkanlığı Kupası’nın sahibi oldu. Böylece Fenerbahçe kaptanı Nedim Doğan da, son resmî maçında ezeli rakibi yenerek kazanılan kupayı kaldırıp futbol hayatına güzel bir şekilde veda etti. Emektar kaptan sahaya son kez 8 Ağustos 1973’te, Beşiktaş’la oynanan jübile maçında çıktı.
Nedim Doğan futbolu bıraktıktan sonra mütevazı bir hayat sürmüş ve kendini işine vermiş. Hayatının bu dönemini şöyle anlatıyor: “Ben teneke ambalajı üzerine imalat yapıyordum. İlaç, boya kutuları vardı teneke, onları yaptım. Yanımda çok adam çalıştırdım. Çalıştırdığım insanlarla baş edemedim. Ben ne kadar iyi niyet gösterip, güzellik yaptıysam kötülük gördüm. 1987 -88’de bırakıyorum dedim, bıraktım. 15 sene kadar çalıştım. O zaman benim yaptığım işi yapan yüzlerce adam vardı. Yalnız benim makineler onların makinelerinden daha gençti. Topçuluğun da bana işte çok faydası oldu. İşi yaptıracak kişi başkası yerine beni tercih ediyordu. Namusumuzla dürüstçe çalışıyorduk. Futbolu bıraktıktan sonra maça hiç gitmedim. Fenerbahce maçına bir kere gittim. Bir soğukluk geldi. İnsan tuhaftır, kariyer yapar yaşlansa da kendini göstermek ister. Kimse kimsenin büyümesini istemez. Halbuki sen yapmışsın, işin bitmiş; hem yaş hem beden olarak. Alttan gelene yol ver kardeşim.”
Futbolu bırakması üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen yaşadığı sakatlıkların sıkıntısını bugün de çeken Nedim Doğan’ın dizlerine protez takılmış. Fakat bu da yürüme zorluğuna çözüm sağlayamamış. Bu yüzden Yeşilköy’de yaşadığı evinden çok zorunlu olmadıkça çıkmayan kaptan, o yılları, “Ben sakatlıktan kurtulamadım. Senede üç defa sakatlandığım oluyordu. Doktor Reşat Dermanver’in kapısından ayrılmazdım,” diye özetliyor. Bütün bunlara rağmen Fenerbahçe’de futbol oynamaktan asla pişman olmadığını vurguluyor: “Ben ne gördüysem Fenerbahçe’de gördüm. Parayı orada gördüm, yemek yemesini orada öğrendim, giyinmeyi, gezmeyi, yani yaşamayı orada öğrendim.”
6 Haziran 2020