Kadri Aytaç 6 Ağustos 1931’de, Hidayet-Kahraman çiftinin 5 erkek çoçuğundan biri olarak, Kasımpaşa’da doğar. Aytaç çocukken aşırı hareketliliğiyle dikkat çeker. Daha üç dört yaşlarındayken kendisinden altı yaş büyük abisi İsmail ile güreşiyor, boğuşuyordu. Babası terzilik yapmaktadır. Fakir bir ailenin çocuğudur ve futbola merak sarmıştır. Babası Kadri’nin bu futbol aşkına karşıdır. Hatta öyle ki bir gün Kadri’yi evire çevire döver. Ama Kadri de az haşarı değildir, babasından gizli futbol oynamaya devam eder. Üstelik topları babasının dükkanın dan aşırdığı kumaşların içini pamukla doldurarak yapar.
Aytaç parasızlıktan pabuçla oynamazdı ayaktopunu, babası bayramdan bayrama alırdı ayakkabı. Ama küçük Kadri eskimesin diye giymezdi bunları çıplak ayakla oynardı korkusundan.
Kadri ve arkadaşları Elhamra Pasajı’nın karşı boşluğuna iki kale yapıp burada oynarlar maçlarını. Peki takımda kimler mi vardır? Gazanfer Özcan, Orhan Günşıray, Feridun Karakaya (Cilalı İbo), Fikret Hakan, Adnan Şenses… Takım arkadaşları futbola değil de Elhamra Sineması’na daha çok ilgi duyarlar anlaşılan; fakat Kadri’nin kalbi hep meşin yuvarlakla atar.
Aytaç ortaokula başladığında başka spor dallarıyla da tanıştı. Basketbol ve masa tenisinde de okul takımının aranan adamı oldu. Ama futbol kalbinin başköşesindeydi. Daha 12 yaşındayken Beyoğluspor’lu Koçis elinden tutup Beyoğluspor kulübüne götürdü onu. Aytaç masa tenisi ile uğraştı ilk iki yıl. Genç takımda meşin yuvarlağı koşturmaya başladığında yaşı 14’tü. Hem Beyoğlu’ndaki Bursa sokağında bir restoranda komilik yapıyor, hem de Rum kulübünde başarılı olmak için mücadele veriyordu.
Paskalya bayramı günü Rumlar ve Ermeniler kendi aralarında maç tertip ederler. Maç öğleden sonra 14.30’dadır. Kadri futbol kıyafetlerini giyip sabah 6’da orada beklemeye başlar. O zamanlar futbolda hala çok etkili olan gayrimüslimler arasında kendini gösterme fırsatıdır Kadri için. Belki kadroda eksik olursa ben de oynarım diye düşünmektedir. Ama malesef iki takım da tam kadrodur. Çok çalım yapan Bulgar Slavço’nun yerine girmişti ikinci yarıda. Ama ayakkabı bulurken çok zorlanmıştı. Muhasebeci Barbet ona 45 numara bir çift ayakkabı uzatmıştı çünkü. Aytaç’ın ayakları ise 42 numaraydı. Sol iç oynamıştı sızlana sızlana. Kurtuluş’a dört gol çekmiş, günün kahramanı olmuştu. Bundan böyle Aytaç hep büyük pabuçlarla çıkacaktı sahaya. Yaş 14’tü ve genç takımın ası olmuştu.
Antrenmanları Şeref stadında yaparlardı. Sabah saat altıda başlardı idman. Erkenden kalkardı Aytaç ve Bebek-Eminönü tramvayına asılarak stada giderdi. Okul saatinde ise dönüp sınıfına girerdi. Çoğu fakirdi topçuların, öğrenci ya da işçiydi. Aytaç Kasımpaşa Orta Okuluna bir gün geç kaldığında, hasta Fenerli öğretmeni Melih Yegül’den feci dayak yediğini unutamadı hayatı boyunca. Acısı üç gün geçmemişti çünkü.
Orta sahanın tozunu attıran bu haşarı çocuk 16 yaşında Beyoğluspor’a imza atar. Transfer ücreti olarak 1000 TL alır. Bu para ailesini de çok rahatlatır. Babasının Kadri’ye ve futbola olan bakışı 180 derece değişmiştir artık. Evde sopa yiyen çocuktan, kahvede hava atılan çocuk mertebesine yükselmiştir.
Yıl 1947. Aytaç 16 yaşındadır ve Beyoğluspor A takımına girmiştir. İlk resmi maçı Sarıyer’e karşıdır, iki gol bırakır rakip filelere. Koço, Karnik, Yafa, Maruli, Civelek’li takımın değişmezi olur. Yedi yılının geçtiği sarı siyahlı kulüpte mükemmel Rumca öğrenir, arkadaşlarıyla sürekli Rumca konuşur, herkes onu Rum sanır bu nedenle. Aytaç’lı Beyoğluspor iki yıl içinde ikinci kümeden birinci lige çıkar.
Sene 1949. Beyoğluspor küme geçme savaşı verir. Çekişilen rakip Adalet’tir. Adalet Sarıyer ile oynanan maçta prim verir Boğaz’ın mavi martılarına. Ama asıl Rıfat Atakan yakacaktır sarı siyahlıları. İki uydurma penaltı vererek, kurallara aykırı atılan gole göz yumarak. Ama her suçun bir cezası olmalıdır kuşkusuz ve bunu Kadri Aytaç kurnazlığıyla yaratacaktır. Anadoluhisar’da oynanan maçın ardından üzüntüyle yapılan vapur seferinde Aytaç’ın tam aşağısında oturan hakem kafasına yoğurt kabını yiyecek, bembeyaza boyanacaktır.
Ertesi hafta yapılan rövanş maçında Adaletliler para teklif ederler oyuncuya. 10 bin lira sayarlar. Aytaç kabul etmiş gözükür ilkin, sonra yakalatır polislere rüşvetçileri. Hemen hatırlatayım. Aytaç o günlerde 12.5 lira aylığını muhasebeci Kozma’dan beş taksitte alır.
O sene Aytaç 33 golle gol kıralı olur. Sene sonunda takım arkadaşlarıyla o taverna senin, bu taverna benim tek tek dolaşır.
Beşiktaşlı yöneticilerin dikkatini çeker Aytaç. Arap Sadri gelip ister onu Beyoğluspor yöneticilerinden. Böylece Aytaç Kartal kadrosunda Adana’ya konuk gider hazırlık maçları için. Adana Demirspor’a ilk maçta üç, ikinci maçta bir gol atarak göze girer. Beşiktaşlı idareciler ona bin lira verirler. Aytaç ellerini cebinden çıkarmayacaktır günler boyunca para kaybolmasın diye. Ama devamı gelmez bunun; altı bin lira söz veren Beşiktaşlılar nedense 3.500 lirayı aşmaz. Aytaç’ın onuru kırılır bu pintilikten. Ben bu kulüpte oynamam der ve basar gider. Avanak yerine konmaya gelecek biri değildir o.
Kadri Aytaç zayıf fizik yapısına rağmen bitmek tükenmek bilmeyen mücadelesi, tekniği ve enerjisi ile hep rakip takımların korkulu rüyası oldu. Orta sahada yaptığı amansız presle birçok topu kapar ve onları ya milimetrik paslarla takım arkadaşlarına atar veya uzaktan kelecileri avlamaya çalışırdı.
İstanbul’a dönüşte Baba Gündüz bulur Kadri’yi. Beyoğlu’nda bir muhallebicide kendisini Galatasaraylı olmaya ikna eder. Baba Gündüz o günlerde hala futbol oynamaktadır, kaptanlığı da yeni Turgay Şeren’e devretmiştir. Ama onun Galatasaray üzerindeki etkisi başkadır. 2 sene sonra teknik direktörlüğünü yapacağı takımın iskeletini oluşturmaya başlamıştır şimdiden. Kılıç Lale Muhallebicisi’nde allem eder, kallem eder, üç bin beş yüz liraya Kartallara hayır diyen topçuyu 750 liraya razı eder. Kadri Aytaç resmen Galatasaray’lı olur.
Büyük takım deneyimini yaşamaya başlar Kadri Aytaç ve şaşırır. Çünkü takımdaki deneyimli oyuncuların hükümdarlığı akıl almaz boyutlardadır. Söz gelimi trende deplasmana giderken oynanan pokerde bile çok açıktır bu baskı. Naci, Necmi, Muzaffer gibi oyuncuların yaptığı. Aytaç iki yediliyle rest çekip bütün parasını Naci abisine verir de kurtulur azarlanmaktan, sopa yemekten.
Muzaffer Tokaç ona tembih eder, altı ve on numaralı formalar benim tapulu malım diye. Giyerse kırk katır mıdır, kırk satır mı, bunu Allah bilir.
Aytaç Galatasaray’daki ilk maçında Fener’e karşı oynar ve 2-1 galip geldikleri maçta kafayla yazar bir gol. Sevdirmiştir bir anda kendisini camiaya. Ama maçın ardından Kılıç görevden ayrılınca gelen Necdet Erdem ile yıldızları barışmaz nedense. Aytaç kendini yedekte bulacaktır. Ama bir ay sonra Kılıç dönünce formayı kapar kolayca.
Kadri Aytaç gönlünü Beyoğlu’nun ünlü terzilerinden Akgül Hanım’a kaptırır. Bir idman sonrası en afilli gömleğini giyip Akgül Hanım’ın dükkanının önünden geçer. Ertesi gün yine dükkanın önüne gittiğinde dükkanı kapalı görür. Akgül Hanım’ın Büyük Ada’ya gittiğini öğrenir. Hemen kendisi de peşinden gider. Üzerinde yine afilli gömleği vardır. Akgül Hanımla yine karşılaşırlar. Gömlek, terzi olan Akgül Hanım’ın dikkatini çeker. Aynı gömleği dün de görmüştür. Derken her idman sonrası Akgül Hanım’ın dükkanının önünden geçmeye başlar Kadri Aytaç ve afilli gömleği. Artık sadece gömlek değil Kadri de Akgül Hanım’ın dikkatini çekmeyi başarmıştır. İşte uzun yıllar süren evlilik saadetleri böyle başlayacaktır. Ha bu arada Kadri Aytaç, Akgül Hanım’ı tavlayacağım diye o sene magazin mecmuaları tarafından “yılın en şık giyinen futbolcusu” seçilmiştir, unutmadan yazalım.
Kadri Aytaç’ın futbol aşkı bambaşkadır. Akgül Hanımla evlenince kulüp kendisine bir hafta izin verir. O hafta Galatasaray’ın bir Rus takımıyla maçı vardır. Çiçeği burnunda damat Kadri de Akgül Hanım’ı koluna takıp maça gelir. Gazhane tarafındaki tribünün önüne bir sandalye yerleştirip Akgül Hanım’ı oturtur. “Arkadaşlarıma başarılar dileyeyim de geleyim” diye yanından ayrılıp soyunma odasına gider. Akgül Hanım neredeyse yarım saat bekler, ne gelen olur ne giden. Takımlar sahaya çıkmaya başlamıştır artık; ama Kadri hala ortalarda yoktur. Derken Galatasaray takımının en arkasında, üzerine sarı kırmızı formayla sahaya çıkan kocasını görür. Ama Akgül Hanım buna hiç kızmaz. Aksine Kadri Aytaç’ın uzun yıllar başarılı bir futbolcu olarak kalmasında en büyük emek, verdiği destekle eşi Akgül Hanım’a aittir.
1952-53 mevsimi Aytaç’ın adını ülkeye ezberlettiği yıldır. Galatasaray’da en kritik maçlarda golleri leblebi gibi sıralar, Gündüz Kılıç’ın gözbebeği olur. Takım içindeki hizipleşmelere karışmaz. Penaltı atışlarını da üstlenmiştir.
Takımda yaşlılar ve gençler iki guruptur. Kadri, Suat, Tayyar, B.Ali ve Kamil gençler, Muzaffer ve Necmi yaşlılar arasındadır. 1952-53 sezonu sonunda Galatasaray şampiyon olacak, ezeli rakibi Fener’i ikincilikte bırakacaktır. Lefter o sene 16 golle gol kıralı olurken, Aytaç 15 golle ikincilikte kalacaktır.
Sene 1953. Askerlik zamanıdır. Oldukça ilginç bir ordu takımı deneyimi yaşar Aytaç. Bu arada askerken, Fikret Kırcan’ın antrenörlüğündeki A milli takımda da forma giyer. İlk milli maçı olur bu. İtalyanlara karşı oynar. Gerçi 1-0 yeniliriz ama Aytaç çok başarılı bir oyun çıkarır.
Aytaç ardından bir dünya rekoru kıracak, ordu mili takımda tam beş yıl art arda oynayacaktır.
1956-57 mevsiminde ise tam Roma kulübü kendisini transfer etmek üzereyken annesini kaybeder. Askerliği bırakır, Roma’ya gitmekten vazgeçer.
1957-58 mevsimi büyük bir yıldızın Galatasaray’a gelişine tanıklık eder. Metin Oktay’dır bu. Gol kıralı B.Ali ikna edilir, savunmaya çekilir, böylece Metin Oktay’a yer açılır on birde. Metin, İsfendiyar, Suat ve Kadri’l iforvet harikalar yaratır ve Cimbom şampiyon kapatır bu mevsimi.
1958 yılında Galatasaray’dan kopmalar başlar. Önce Baba Gündüz kısa süreliğine ayrılmıştır takımdan.
Transfer ayında, Temmuz’da Aytaç yönetim ile terse düşer. 25 bin lira ister, Necdet Çobanlı tersler onu. 22 bin beş yüz lira verebiliriz der. Oysa bir yığın topçuya 30 bin, hatta 40 bin ödendiğini bilir Aytaç. Üstelik de babasının cenaze parası kulüp tarafından söz verildiği halde ödenmeyince iyice küser. Böylece Karagümrüklü yönetici Fahri Somer’in 72.500 liralık teklifini Kadri çok düşünür. Bir tarafta aşık olduğu takım Galatasaray, diğer tarafta ise Galatasaray’a da çok faydalı olabilecek bir rakam. Yöneticiler de Kadri’nin transfer olmasını isteyince bu transfer gerçekleşir. Kadri Aytaç Türkiye’nin ilk pahalı transferi olur.
Karagümrük’te Kadri’den beklentiler büyüktür. Bunun yanında bir kısım futbol otoritesi Kadri’nin Metin olmadan bir şey yapamayacağını, Karagümrük’ün verdiği transfer parasının çok fazla olduğunu yazarlar. Bir kısım otorite de asıl Metin’in Kadri olmadan eskisi gibi oynayamayacağını, Metin Oktay’ın krallığını Kadri’nin paslarına borçlu olduğunu yazarlar. Kadri Aytaç bu yazılanlara “Metin oynayamayacak olsaydı ben gelmezdim, bu bir. Galatasaray’la oynayacağımız maçlarda en çok ondan çekiniyorum bu da iki!” şeklinde cevap verir.
Karagümrüklü olur 1958/59 mevsiminde. Çok birbirine bağlı bir yönetim kurulu vardır kırmızı siyah camiada. Fahri Somer, İbrahim Sevin, Sedat Özcan, Tahsin Özan kenetlenmiş yöneticilerdir birbirine. Topçuların hemen çoğu yeni transferlerdir. Turan, K.Nedim, Gökçen, Nihat, Zekai, Orhan, Tamer, Sümer, K.Kadri, Ünal ve Fahrettin ‘hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’ felsefesini benimsemiş saygılı ayaktopu neferleridir.
Karagümrük’te de çok sevilir Kadri Aytaç. İkinci kümeden yeni yükselen takımı şampiyonluğa oynatır. Taraftarın sevgilisi olur. Karagümrük o sene Fenerbahçe’yi de Beşiktaş’ı da yener. Ama Galatasaray’ı yenemez. Bazı taraftarlar Kadri’nin Galatasaray’a karşı bilerek gol atmadığını konuşmaya başlar. Hatta bir keresinde meşhur Karagümrük amigosu Gardrop Fuat’ın kendisi hakkında konuştuğunu duyup yanına gider “Ne diyorsun ulan, yüzüme söylesene” diye diklenir. Gardrop Fuat o anı “Vallahi o şekilde yanıma gelince korktum Kadri’den, kabadayılığı da varmış, sevdim” diye anlatır.
Yeni yükselmiş bir takımdır Karagümrük ama fırtına gibi eserler. Tam 19 maç yenilmezler. Milli takımda seçici olan Gündüz Kılıç, Necdet Erdem ve Vedii Tosuncuk üçlüsü Kadri’ye takar ve kadroya almak istemezler. Ama Karagümrük’ün başarısı ve basının müthiş tazyiğiyle Kılıç boyun eğecektir.
Ligin dumanını attırır genç oyuncu. Lig sonunda Galatasaray’ı 1-0 yenerler, böylece şampiyonluğu Fener’e hediye ederler. Onlar ise üçüncü olacak kulüp tarihinde müthiş bir başarıya imza atacaklardır. Mevsim başında Aytaç’ın kızı Güngör dünyaya gelecek, bu da başarılı topçu için ayrı bir güdülenme oluşturacaktır.
Kadri Aytaç’ın bir diğer özelliği de Türkiye Birinci Ligi tarihinde ilk penaltıyı kullanmasıdır. Kadri o penaltıyı Karagümrük’te oynarken Vefa’ya karşı kullanır ancak başarılı olamaz. O dönem Vefaspor’un kalesini koruyan Baskın Soysal bu penaltıyı kurtarır. Böylece Türkiye Birinci Ligi’nde ilk penaltıyı kaçıran futbolcu da Kadri olur. Baskın da ilk penaltı kurtaran kaleci olmuştur. Baskın Soysal daha sonra bir Ankaragücü efsanesi olacaktır.
1959/60 mevsimine de iyi başlar Karagümrük. Ama çok geçmeden eski bir hastalık depreşir. Kendini dev aynasında görmek diye tanımlıyor bunu Aytaç anılarında. Bir türlü bu havadan çıkamaz oyuncular ve lig orta sıralarda bitirilir.
1960/61 mevsiminde Kadri Aytaç bu kez başka bir büyüğe, Fener’e transfer olur. Yanında da Vefa’nın ve Davutpaşa’nın efsane adlarından Hilmi Kiremitçi de vardır. Aytaç milli takımda da oynadığı o yıl, Lefter’li, Can Bartu’lu kadro içinde harikalar yaratır. Sarı lacivertlilere büyük emek sunar alınan şampiyonlukta.
Ertesi seneye, 1961-62 mevsimine ise Lefter, Basri ve Naci çekişmesi damgasını vurur ve bu da hem Hilmi, hem de Kadri üstünde olumsuz etki yapar. Ama asıl olumsuzluk kaprisli çalıştırıcı Necdet Erdem’den kaynaklanır Aytaç’a göre. Takımı toparlayamayan odur. Kutsal üçlüye dokunamaz ama bütün gücü Hilmi ve Kadri’ye geçer. Onları yıpratır.
Böylece canı sıkılan Aytaç yeniden Cimbom’a dönüş yapar. İkinci başkan Rüçhan Adlı’nın ısrarlarına karşı çıkamamıştır. Ama Gündüz Kılıç biraz tavırlıdır kendisine. Çünkü dolduruşa gelmiştir yalan yanlış laflar sonucunda. Epey dedikodu yapılmıştır Kadri’nin arkasından. Ama it ürür, kervan yürür, 1962-63 mevsimini Galatasaray hem ligde, hem de kupada şampiyon bitirir, şampiyon kulüpler kupasında çeyrek final oynar. Aytaç başarılı futboluyla yenmiştir dedikoducuları. Ama yine de takımın ağır üçlüsü arasında, Gündüz Kılıç, Metin Oktay ve Turgay Şeren arasındaki amansız çatışma çok canını sıkmıştır Aytaç’ın. Ayrılmaya karar verir. Başının ağrımasını istemiyordur. Onlar ise şart koşarlar, Gidebilirsin ama sadece ikinci küme takımına, diye.
1967 yılında Baba Gündüz takımdan ayrılınca Kadri de futbolu bırakmayı düşünür. Zaten 36 yaşına gelmişti ve o güne kadar bir Türk futbolcunun yaşayabileceği en büyük başarıları yaşamıştı. Ancak Mersin İdman Yurdu teknik direktörlüğünü yapmakta olan Lefter’den gelen teklifi geri çeviremez. O sene ikinci ligde oynayan Mersin İdman Yurdu’na oyuncu/antrenör olarak transfer olur. Hem Lefter’in yardımcılığını hem de takım kaptanlığını yapmaktadır. 37 yaşında Mersin İdman Yurdu’nu birinci lige çıkartır ve futbolu bırakır.
Kadri Aytaç’ın teknik direktörlük hayatı da başarılıdır. O daha çok ikinci ligde teknik direktörlük yapmayı tercih etmiştir. Yönettiği takımları daima birinci lige çıkmaya oynatmıştır. Mersin İdman Yurdu, Orduspor, Gençlerbirliği ve İstanbulspor’da bunu başarmıştır. Hala en fazla takımı birinci lige yükseltme rekoru kendisinin elindedir. İlhan Cavcav’ın Gençlerbirliği’ni ve Cem Uzan’ın İstanbulspor’unu birinci lige kendisi yükseltmiştir. Yıllar önce son dakika golüyle ikinci lige düşürdüğü İstanbulspor’u yeniden birinci lige çıkartmak da kendisine nasip olmuştur böylece.
Sonra sayısız takım çalıştırır, hiç durmaz. Tire, Rize, Denizli, Kayseri, Ankaragücü ve Karşıyaka çalıştırdığı takımlardan birkaçıdır sadece.
Kadri Aytaç günümüzde oynasaydı 25 yaşına basmadan Avrupa’ya transfer olan futbolcularımızdan olurdu. Milli takımın 1990 sonrası döneminde oynama şansı olsaydı kesinlikle çok daha büyük başarılar kazanırdık. Kendisi Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yetenekli futbolcuları arasındadır. Türkiye’nin ilk “yıldız” transferidir. Üç büyüklerin formasını giymiş ilk futbolcudur.
Aytaç’ın bu kadar başarıyla taçlanmış yaşamı ne yazık ki pek mutlu noktalanmaz. Alzeymer’in pençesinde iki binli yıllar oldukça tatsız geçer. Ama en acıklı olan yanı bence Galatasaray kulübünün oyuncusunu sahiplenmemesi, dışlamasıdır. Haldun Taner’in bilgece ettiği sözü anımsarız böylece. ‘’Vefa kelimesi bozasıyla nam salmış bir semtin adıdır sadece.’’
28 Mart 2003 günü aramızdan ayrılmıştır, kabri Feriköy mezarlığındadır. Bu büyük efsaneyi bir kez daha saygıyla ve rahmetle anıyoruz.